25 Ocak 2018 Perşembe

Coco

“Onu affetmet zorunda değilsin, ancak unutmak zorunda da değilsin.”
Ailemizde dışlanmış, bir şekilde bize göre kötü ve yanlış yapmış kişiler olabilir. Hiç hatırlamak istemediğimiz olaylar ve olaylarda başrol oynamış kişiler olabilir. Hatta bazı kişiler aileden bile olmasa da ailemizle sonsuza kadar kalacak bir bağ oluşturmuş olabilir. Sonsuza kadar mı? Ölümce her şey bitmiyor mu? Asıl kritik sorular burada başlıyor: Gerçek anlamda bir ölüm var mı? Biz ölmüş olan aile bireylerinde yaşadıklarından etkileniyor muyuz? Bir çok kişinin ahını almış kişiler ne zaman rahatlıyor? Bu oluşmuş aile sistemindeki tınanıklıklar nasıl çözülüyor?

Coco isimli eğlenceli animasyon filminin konusu oldukça derin. Miguel, büyük büyük babasının müzisyenlik uğruna evi terk ettiğini ve bu yüzden aileden dışlandığını öğrenir. Büyük ninesi Coco, müzisyen dedenin kızıdır. Coco’nun annesi, onu ve kızını terk eden eşine kin tutar ve ailede müziği yasaklar. Aileyi ayakta tutmak için ayakkabı yapmaya başlar ve ondan sonra tüm aile bireyleri ayakkabı yaparak hayatlarını geçirirler... Oysa Miguel her zaman atalarından gelen ve hiç bilmediği bir güç tarafından hayatının etkilendiğini hisseder. Onun hayali müzisyen olmaktır.

İlk defa Carl Jung tarafından farkına vardığımız kolektif bilinçaltı hayatımızı derinden etkiler ve yine onun deyimiyle biz buna ‘kader’ der geçeriz. Ta ki bu dinamiklerin farkına varana kadar... Aile sistemi çalışmalarından da bildiğimiz gibi aile herhangi biri dışlanırsa o kişi daha sonraki bireyler tarafından temsil edilirler. Bu kişisel nesiller ötesinde bile olabilir. Saklanan sırlar, anılmayan aile üyeleri. Hatta aile ile bir şekilde hayatı kesişmiş aile dışındaki bireyler.


Filmde Miguel, tamamen tesadüf gibi gözüken olaylardan sonra bir şekilde atalarının dünyasına adım atar. Artık bu dünyada olmayan aile ilişkilerini görmeye başlar. Bir anlamda aile sisteminde değişiklere vesile olur. Tıpkı aile sistemi çalışmalarında olduğu gibi ölüm, gerçek bir yok oluş değildir. Bu kişiler halen aile sistemimizdedir. Bir çok olaydan sonra işler tatlıya bağlanır. Öfke ifade edildiğinde sonunda sevgi kalır. Sevgiyle anılan ölüler huzur içinde yaşamaya başlar...

Eksik olan anlayış, kötü adamın filmin sonunda dışlanmasıdır. Oysa, gerçek özgürlük – olan olayları ve olayların kahramanlarını iyi veya kötü olarak nitelendirmeden – tüm bireylere kalbimizde bir yer vermekten geçer. Senarist, bir parça seyirci de memnun etmek amacıyla bilinen değerlerle bitirmeyi tercih etmiş gibi görünüyor.

Atalarından biri:
“Miguel seni kutsuyorum. Evine git ve ailenin seni ne kadar önemsediğini asla unutma...”

3 Ocak 2018 Çarşamba

Frantz


Hepimiz doğduğumuz aile sisteminin kaderinden ve dinamiklerinden etkileniriz. Sistemin kolektif gücü hiç tanımadığımız aile bireylerinin bile yaşadıkları olaylardan dolayı kendi kaderimizin etkilenmesini sağlayabilir. “Dede erik yeri torunun dişi kamaşır...” Oysa sistem sadece aile bireylerinden oluşmaz. Kan bağı olmayan kişiler de sistemimizde önemli rol oynuyor olabilir. Bu kişiler bir şekilde ailemizle ilişkide olmuştur. Bu ilişki nasıl oluşur? Bir iş ortaklığından ailenin batmasına sebep olan veya ailede bir kişinin ölmesine neden olan biri olabilir. Aile üyelerinin birinden ayrılmak istememesine rağmen terk edilen eski nişanlı veya sözlü olabilir. Trafik kazasında kazaya sebep veren biri olabilir. Hatta dünyaya gelecek bir bebeğin düşmesine veya kürtaj edilmesinde önemli rol oynayan biri olabilir... Tüm bu kişiler genellikle sistemde dışlanırlar. Oysa etkileri hala ailenin üzerindedir.

Bu kadar savaşın gerçekleştiği 20. Yüzyılda doğan nesiller savaşta olan olayların, gizlenen sırların etkilerini hayatlarında farkında olsalar da, olmasalar da hissederler. Sanki hayatlarını derinden etkileyen bir güç vardır.


Frantz isimli film I. Dünya Savaşı’nın hemen sonraki dönemde geçiyor. Anna’nın nişanlısı Frantz savaşta vefat etmiştir ve Anna nişanlısının ailesinin yanında hep beraber yas tutmaktalardır. Bir gün Frantz’ın mezarının başında hiç beklenmeyen biri belirir. Bir Fransız genç... Kısa bir süre sonra anlaşılacağı üzere Adrien adındaki bu genç savaşta Frantz’ı öldüren kişidir. Bu olayın yükünü atabilmek için Almanya’ya gelir, kurbanın aile ile tanışır. Önceleri kimliğini açıklayamaz ancak tek niyeti af dilemek ve yükünü az da olsa azaltmaktır.

Başlarda Anna ona karşı çok tepkili de olsa, yavaş yavaş Frantz’ın babası başta olmak üzere, onun ölümünün tek sorumlusunun Adrien olmadığını görmeye başlarlar. Büyük bir savaşın ortasında kalmış gençler mi sorumludur? Yoksa savaşı alkışlarla karşılayanlar ve oğullarını savaşa yollayan babalar mı? Yoksa onları savaşı alkışlatmaya teşvik eden politik düzen ve geçmişte yaşanan olaylar mı? Tüm bu olayların ötesine bakıldığında herkesi kurbanların kurbanı olduğu gerçeğini görmeye ve olanı olduğu gibi kabul edip, şu andaki kurbanın Adrien olduğunu görmeye başlarız. Tüm aile onu affetse de o kendi kendini affetmemektedir.


Adrien Fransa’ya döndükten bir süre sonra Anna onun peşinden Fransa’ya gider. Bu sefer diğer cephedeki yansımalarını görme fırsatını buluruz. Herkes kendince haklıdır. Oysa o dönemdeki tüm insanlar Adrien ve Frantz’ın ebeveynleri gibi karşılasaydı olan olayları, çıkar mıydı II. Dünya Savaşı?..