8 Ocak 2013 Salı

Sufle mi? Mutfak mı?



-“Anne nerede oğlum?”
-“Muffakta baba”... 4  yaşındaki çocuğun cevabı...
Kitabın ismi “Sufle”, yazarı Aslı E. Perker...
Hep bu yazının başlığını ‘Mutfak veya Muffak’ diye atma azminde ve hissiyatındaydım. 
Üstadımız Yasemin Sungur’un Aslı Perker ile yaptığı söyleşide öğreniyorum ki, Aslı Hanım da bilgisayarında kitabın dosyalarını Mutfak’da diye kaydetmiş...


Mutfak Evren’in merkezi mi? 
Tüm evren, dünya, biz insanlar için. Aile, toplumları oluşturan en temel birimi... Aile de bireylerden oluşuyor. Bu bireyler için ise ev çok önemli. Evde de Mutfak...  
Kitapta bolca verilen mesaj; ‘Evet, Mutfak Evren’in merkezi.’

Mutfak sadece kadınlar için önemli değil... 
Erkekler için de mutfak evin en önemli kısımlarından biridir. 
Genellikle televizyon gibi bir faktör olmadan bir araya gelinen yer Mutfak.
Bizim ailede kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği hep mutfakta yenirdi. Yemekler, tatlılar, börekler burada pişer, okuldan eve geldiğimde olumlu veya olumsuz günün kritiği mutfakta yapılır, akşam yemekleri ya babamın hayat hikayesi ile veya bize attığı fırçalarla uzar giderdi...

Sevinçler, kavgalar, kutlamalar, kırılan tabaklar, tokuşturulan kadehler hep mutfağımızda olurdu. Hele bir de fırından ve ocaktan gelen o muhteşem kokular...

Özellikle Mutfak düşkünü, Tatlıcı ve geleceğin Pasta Tasarımcısı bir kadın ile evlendiğimi bilmediğim bir dönemde 'Mutfak Savaşları' başlıyor evde; dar geliyor mutfak bize. Herkesin kendi çöplüğü derler ya öyle bir durum. Ben iddialı olmasam da on yıldır bekar yaşamanın getirdiği alışkanlıklarım vardı. Mutfaktaki sihirli yemeklerin yapı taşlarının hayranı olmuşumdur her zaman. Makarna veya omlet bile yapsam çok özenir, her bir malzemenin nasıl oluştuğunu, kimlerin katkısı olduğunu, kimlerin taşıdığını, kimlerin sattığını düşünürüm hep.

Bir süre mutfağı ayrı ayrı kullanmak gibi geçici bir çözümden sonra yıllar geçtikçe Ying Yang gibi bir karşıt uyum sağlayarak mutfakta dans eder gibi hareket etmeye, birbirimizi anlamaya, saygıyla pişirdiklerimize katkıda bulunmaya başladık.

Mutfak evren’in merkezi ise bu Sufle tatlısı nereden çıkıyor? 
“Aynı gün yorgun bir kadın ve kederli bir adamın da ellerini uzattıklarını bilmediği kitabı tereddüt etmeden uzanıp aldı. Sufle: En Büyük Hayal Kırıklığı. Güzel, kaprisli kadın gibiydi sufle; ne gün ne yapacağı belli değildi. Hiçbir kitapta için tam kuralı yoktu. Kimse tam yirmi beş buçuğuncu dakikada fırından çıkartın diyemezdi, hiçbir fırının ısısı standart olamazdı. Her aşçı deneyerek en iyi tarifi bulabilirdi. Kendi kaplarını, kendi fırınını defalarca kullanarak, eskiterek, her biriyle defalarca didişerek.”

Sufle’de yazar, her karakteri sufle ile özdeşleştirmiş. 

Sufle yapımı için gereken malzemeler çok basit: un, şeker, kakao, yağ, süt, yumurta... Tarifi de kolay. Ancak tutturması zor. Her kişide veya koşulda farklı sonuç alınabiliyor, tam vaktinde kapağı açmanın bile çok kritik olduğu bir hassaslık var. Özellikle suflenin ortasının çökmesi, kahramanların hayatlarının çökmesi gibi bir ekti yaratıyor ama denemek vazgeçmiyorlar.



Sufle kitabı üç ayrı ülkede geçen, üç ayrı karakteri anlatan sürükleyici hikayelerden oluşuyor. Kahramanlarımız: Lilia, Marc ve Ferda.
Bu üç karakterin yanı sıra, müthiş yan karakterlerle ile muazzam bir duygu analizleri yapılmış. Kitap, William Faulkner’ın sözü ile başlıyor: 
“Keder mi hiçbir şey mi seç deseler, ben kederi tercih ederim.” 
Bu üç karakter hayatlarında ‘hiçbir’ şeyi seçerek pasif kalmışlar. Başlarına farkındalık yaratacak olaylar gelmekte, ve bu olaylar ile kendilerini, duygularını, geçmişlerini analiz edip anlamaya ve küçük de olsa bir aksiyon almaya çalışıyorlar.
Kitabın genelinde duygular çok derin ve etkileyici bir şekilde ifade ediliyor.

Lilia:
Lilia, Filipinler’den Amerika’ya gelen, adını, hayallerini, sınırlarını bırakan bir kadın. Kocası Arnie de toplumdaki şablonlara aynen uyan bir biri. Lilia da aynen Arnie’ye uyum sağlamış, tek rahatlamayı yemek yapmakta bulmuş.

Lilia hiçbir zaman iletişim kurmamış, tipik zevksiz ama uyumlu bir Amerikan kadını olmuş. Kendinden başka herkesi suçlar ama bir türlü kendinde bir hata bulamaz. Sınırlarını belirlemekte ve aksiyon almakta cesaret gösterememiştir hayatı boyunca.
Lilia, yıllar sonra anlar ki, kendi hayatını değil başkalarının hayatlarını yaşamış ve bunun sorumlusu sadece kendisidir. 

Canı yandığı zamanlarda bile gerçekçilikten uzak bir umutla gerekli değişiklikleri yapmamış, sınırları koyamamış, sadece kendini avutmuştur. Kimseye zarar vermemeyi bir marifet olarak gören Lilia sonunda bunun zararlarını fazlasıyla yaşamış ve hissetmiştir.
Lilia’nın hikayesinde Amerikan yaşamındaki yalnızlık ve sosyal bozulmuşluk da yeriliyor.

Marc:
Marc ‘ın hikayesi ise sevdiği eşi Clara’nın ölümü ile başlar. Marc hayatı boyunca eşinin uydusu olmuş, son derece silik bir hayat yaşamıştır. Kimse ile, özelikle de ‘kendisi’ ile bir ilişkisi olmamış, Clara’nın çocuğu gibi yaşamıştır, bu sebeple de ailesinin bile özlemini duymaz. Clara’yı ebeveynlerinin yerine koymuştur. 

Belki de Marc karakterinin okuyucular tarafında sevilmesinin en büyük sebebi, Marc’ın tüm acılarına rağmen, farkındalığa ulaşması ve yeni hayatında kendi ile yüzleşerek cesaret göstermesidir. Yeniden mutfakta yemek yapmayı başlaması Marc’ın aynı zaman yeni hayatını ve çabasını simgeliyor.

Mutfaktaki küçük ayrıntıların detaylarını öğreniyor ve bu mucizelere tanık oluyordu.
Marc’ın en önemli farkındalıklarından biri, kendini hiç bir zaman başka insanların hayatına dahil edemediği gerçeğiydi. En yakını bile olsa Clara’sız bir Marc olmamıştır.
Ama Marc için artık nefes alma ve değişme vakti gelmiştir, ve artık o da biliyor ki bu durumda sonra değişiklik gösterebilir.

Ferda:
Ferda da hayattan kaçışı mutfakta bulanlardan. Hayallerinin peşinde olmamış, bunun yerine topluma uygun davranan, iyi huylu olduğu için kendini avutan biri. 
Kızı yurt dışında olan Ferda evde annesine bakmaktan bunalmıştır. Annesi gibi olmaya karşı ‘direnç’ göstermektedir. 

Ferda hikayesinde bolca anne-kız ilişkisi üzerinde duruluyor. Özellikle Ferda’nın annesine benzememe direnci... Elinde sonunda onun gibi olacak ya da bunla yüzleşmesi gerekecektir. Ferda Hanım, belki de fedakar annelerimizin ve yokluk bilinci ile yetişmiş neslin temsilcisi... Hep veren, fedakarlık gösteren, lüks ve pahalı hediyeler aldıklarında açmadan başkasına hediye eden bir nesil. Vermeyi bilen almayı bilemeyen, alma-verme dengesini tutturamayan... Hikayenin sonunda Ferda Hanım da kendisini şımartmak isteyenlerine fırsat vermesi gerektiğini anlıyordu.


İşte tüm bu karakterlerin derin hayat hikayelerini zevkle okunuyor.
Ayrıca, Aslı Perker’in insanın içine işleyecek müthiş bir anlatım tarzı var. 

İşte kitaptan bazı alıntılar:
“Bir nar tanesinin içine şırıngalanacak pekmezin insanın içini gitgide katranlaşacağını, kederden sürükleyeceğini tahmin edemezdi kimse.”
“Sonunda kendisi kadar bakımsız bir kadın gördüğünü zannedip rahatladığında, gördüğünün vitrindeki kendi yansıması olduğunu anladı.”
“Yatağın öteki yanındaki boşluk her akşam ve sabah kalbini kırıyor, tek çatal sesi daha çok çınlıyordu.”
“Lilia her zaman bir sonraki adımı göremeyecek kadar umut dolu olmuştu.”

1 yorum:

  1. Ellerinize, emeğinize sağlık sitemizede beklerim ilginizi çekebilir.

    www.cafemarkt.com

    YanıtlaSil