15 Temmuz 2014 Salı

Greetings from Tim Buckley

Çocuk ya anne-babası gibi yapar ya da onlar için yapar...
Bunları yaparken farkında olmasına veya onları tanımasına bile gerek yoktur.

Film Jeff Buckley’in gerçek öyküsünü konu alır. Babası Tim Buckley, genç yaşta müzisyen olan sevgiyle dolu albümler yapan ancak evini ve çocuklarını sevgilisi için terk eden bir babadır. Jeff onu bebekliği hariç sadece sekiz yaşında bir kere gördüğü için reddetmektedir. Babasını reddettikçe onunla olan görünmez bağı güçlenen Jeff, babası gibi müzisyen olur ve karşılaştığı herkes onu babasına benzediğini söylemektedir.



Yıllar sonra Jeff, babasının anısına düzenlenen bir programa katılır; orada babasının eski arkadaşları ile beraber olur. Her ne kadar Jeff babasına kırgın olsa da, birbirimizi bize bağlayan sevginin ilk bağı ailemizde başlar. Onların birbirlerine olan sevgisinin meyvesi olarak dünyaya geliriz. Nasıl anne ve baba olurlarsa olsunlar bize dünyaya getirerek büyük bir iş başarmışlardır. Önemli olan olmayan veya alamadıklarımız değil, bize verilen hayata bakmamızdır. Bu sevgi akışı tamamlana kadar kendimizi sevemeyiz. Kendimiz sevmedikçe başkasını sevemeyiz; sadece sevgi yoksulu olabiliriz. Sevilmek için seviyormuş gibi yaparız.

Muhtemelen Jeff’in içindeki çocuk babası tarafından görülmek istemektedir ve aynı onun gibi müzisyen olur. Koşulların belki de hediyelerinden biri budur. Oysa aile dinamikleri çok daha karmaşıktır…


Babası Tim, uyuşturucu bağımlısı olmamasına rağmen, 28 yaşında aşırı dozdan ölü bulunmuştur. Benzer bir yaşam oğlu Jeff’i de bulur; o da 30 yaşında bir nehirde boğularak ölür. Buckley ailesinin geçmişi ile ilgili pek fazla bilgi yok ancak II. Dünya Savaşı görmüş kökleri Avrupa’ya dayanan bir aileden gelmiş olduğu anlaşılıyor. Savaş zamanı yaşananlar, kaçanların ardında bıraktıkları acılar ve suçluluk duyguları… Bunların hepsi bir ihtimal olsa da, Tim ve Jeff’in yaşadıklarına benzer tekrarlayan aile kaderleri başka ailelerde de görülüyor; Kennedy ailesinde olduğu gibi…

Ölüm, hastalık, kaza veya başka tekrar eden durumlar… Bunlar ailemizde ve onların atalarında tekrarlanıyorsa, bu ailenin kaderi olabilir. Ancak bunların farkına varmak ve olanı olduğu kabul ettiğimizde, tüm olanları sevgiyle geçmişte bıraktığımızda, özgürleşme yolunda ilk adım atılmış olur… 

4 Temmuz 2014 Cuma

Parts Per Billion


Yarın sabah uyandığınızda dünyada kimseyi bulamasanız, sadece siz ve sevdiğiniz insan kalsanız neler yapardınız? Dünyadaki hayatın kısa ve geçici olduğunu algılarsanız ne yapardınız?

Parts Per Billion filminde, Dünyada insan hayatının sonu gelmektedir. Orta Doğu'da çıkan savaşta kullanılan kimyasal silah tüm dünyaya yayılmaktadır. Bu kimyasal silahı bulan kişi bundan sorumlu mudur? Bir kişi tüm insanların kaderinden mesul olabilir mi? Yoksa bireyler dönem dönem bu tip ağır rolleri oynar, ama aslında arkada çok daha büyük bir toplumsal karma mı vardır?

Bireysel karmamız önce ailemiz, sonra toplum derken tüm insan ırkını etkileyen tüm insanları kapsayan karmaya kadar gider... Evrendeki tek gerçek duygu, tek gerçek güç sevgi bunun önünde durabilecek midir?


Parts per Billion, birbirleri ile bağlantılı üç çiftin aralarındaki hikayeyi konu almakta. Dünyanın sonu gelirken, bu üç çift ilişkilerini, yaşama bakış açılarını inceler ve kendiyle olan çatışmaları sevgileri ile çözmeye çalışır...

Brian Horiuchi’nin ilk yönetmenlik denemesi olmasına rağmen oyuncu seçimleri iyi olmuş: Frank Langella, Josh Hartnett, Rosario Dawson, Teresa Palmer ve Alexis Bledel...


Dünyanın sonu ile ilgili filmlerde bir artış var... Bunun sebebi konunun ilginç olması mı? Nuh’un başına gelenlerin dönem dönem tekrar edeceği beklentisi mi? Yoksa bu konulara olan uyanışımız mı?..
“Bunu başarsak bile ne yapacağız? Gerçekten Adem ve Havya’yı oynamak istiyor musuz?”

3 Temmuz 2014 Perşembe

Transformers: Age of Extinction


Bizim zamanımızda Değiş Tonton denince değişen bir aile ile ilgili bir çizgi film vardı. 70’li yıllarda doğanlar gayet iyi hatırlayacaktır. Bu çizgi film baloncuk gibi bir yapıları olan TonTon ailesinin maceralarını konu alırdı. Her türlü kılığa ve şekle giren bu aile bize her şeyin mümkün olabileceğini ispatlar gibiydi. Okul sistemi, ailelerimiz, bizi görmek istedikleri kalıplara sokmaya çalışırken belki de bu çizgi film bize değişimin yaradılışımızın bir parçası olduğunu ve düşündüğümüz her şeyin bir şekilde olacağını anlatmaya çalışıyordu.

Peki nedir bu değişikliğe olan direncimiz?

Her yenilikte, her keşifte bir kayıp söz konusudur.

Mevcut durumu bırakmak, mevcut inanışı, düşünceyi, duruşu bırakmak, kaybetmek gerekir. Dan Ariely’nin da ispatladığı gibi bir şey kazanmanın verdiği mutluluk, aynı miktarda bir şey kaybetmenin verdiği üzüntünün yanında çok önemsiz kalıyor...


2000’li yılların TonTon ailesi son derece teknolojik ama bir o kadar da duygusal olan Transformers’lar!.. Transformers’larda değişim o kadar hızlı ki, kim, nasıl, ne oluyor, Optimus Prime ne zaman Budist rahip gibi konuşacak, ne zaman kamyon olacak, ne zaman Iron Man gibi takılacak takip etmek mümkün değil...


Filmdeki bol bol aksiyonu, Transformers’ın klasik özellikleri tamamlamış:
Kısa şortlu bir sarışın genç kız, ona aşık yakışıklı bir genç ve ilişkilerine karşı olan kızın babası. Tüm robot ve uzaylıların arasında kalan bu karakterlerin diyalogları, bakışları tavırları insanı gülmekten yerlere yatırıyor. Bunun sebebinin arkasına halkların zeka seviyesini düşürmek mi yatıyor, yoksa bilerek komik olsun diye mi uğraşılıyor tam algılayamadım. Cüneyt Arkın ve Küçük 
Emrah karması bir havada geçen bu karakterleri kaçırmayın.


Tabii hikaye burada bitmez... Yeni üretilmiş Galvatron bir sonraki filme kadar inzivaya çekilirken, Optimus Prime ise bilge laflarının üzerine hepimizin yaratıcısına hesap sormak için yola çıkar...

1 Temmuz 2014 Salı

Endişesiz bir Hayatı Kucaklamaya Hazır mısınız?

“Aksiyona geçmek için hislerinizin değişmesini beklemeyin. Aksiyona geçin ve hisleriniz değişsin.” [Barbara Baron]
Endişeli düşünceler bir çok şeyi yapmanıza engel mi oluyor? Hiçbir şey yapmamak veya seçmemek için mantıklı bahaneler mi üretiyor?

Kafanızın içinde biri size sesleniyorsa, bunları gözlemleyin ve bu sesin seçiminize müdahale etmesine izin vermeyin. Bu ses genellikle endişeli düşüncelerle doludur ve sizi harekete geçirmemek için elinden geleni yapıyor gibidir. Endişe ettiğiniz için konuşmaya cesaret edemediğiniz, müsabakaya çıkmadığınız, sizi engelleyen bir kişi ile yüzleşmediğiniz anılar var mı?

Karar vermek genellikle bir aksiyonla sonuçlanır ve bu değişiklik içerir, sizi korumak için güdülenmiş zihnimiz ise kendini güvene almadan çıkarlarını artırma yoluna gitmez. Onun için belirsizlik endişe yaratan bir durumdur. Böylece, endişe sizi çaresizlik ve harekete karşı dirençli bir konuma doğru sürükler. Olan durumu da olduğundan daha olumsuz gibi algılamanızı sağlar.



Endişe ile Ne Yapalım?

Endişenin kaynağı nedir? Endişeyi duygu ve düşünceler oluşturur. Duygu ve düşünceler ise beynin yaratımıdır. Beynin ana görevi bizi hayatta tutmaktır. Bu da güvende olmak ve üremek anlamına gelir. Ancak ilham ve keşfetmek istediği yüreğimizden gelir, kimileri buna ruhumuz olarak da tanımlar.

Beynimizde oluşan düşünceler bizi korumak için gelir. Fiziksel durumlarda bizim hayatımızı kurtarırken, gelişimimizi engelleyebilir; sonuçta zihin bir organdır ve onu kullanabiliriz; işler onun tarafından kullanılmaya başladığında karışır…
  • Zihnin bize oynadığı en büyük oyun; gelecekten korkmasıdır, çünkü gelecek belirsizdir. Bunun suçlusu bize bilinçli düşünce sağlayan neo-kortekstir. Hayvanlar bu yüzden gelecek için endişe etmezler. Ne kadar anda olursak, o kadar kaynakla bağlantıda olur ve gelecekle ilgili endişeli düşüncelere cevap vermeyiz.
  • Nefes alıp verişimizin derinliği, nefesin alıp verirken onun farkında olmak da bizi Şimdi’de tutar.
  • Bedenimizin fiziksel durumu, sağlığı, dik durmak, gülmek dopamin gibi zihni sakinleştirecek hormonların salgılanmasını sağlar.
  • Olumlu düşünce ve sözler, olumsuz düşüncelerin oluşmasını azaltır.
  • Meditasyon ise kişinin öz benliğine olan bağı kuvvetlendirirken zihin faaliyetlerini dolayısıyla gereksiz düşüncelerin azalmasını sağlar.
  • Son olarak, sevgi ve şükür duyguları bizi olumlu bir hale doğru sürükler, tüm duygu fırtınaları dindiğinde geriye kalan tek şey sevgidir…

Sevginin tersi korkudur. En çok da başarısızlık korkusundan dolayı endişe ederiz. Her başarısızlığımızın bizim için bir nimet olduğunu kavrar ve yeniden denersek, başarı sadece bir yan ürün olarak çıkar karşımıza…

Samuel Beckett’in dediği gibi; 
“Denedim, başaramadım. Önemli değil. Yeniden denedim, yeniden başarısız oldum. Bu sefer ki daha iyiydi.”
Unutmayın, zihin görevini usanmadan yerine getirecektir, denemekten vazgeçmeyecektir…
Gözlemleyin, farkında ve uyanık kalın!
"Zihin korkunç bir hükümdar, muhteşem bir köledir." [Osho]