28 Aralık 2015 Pazartesi

Bridges of Spies


Herkes James Donovan gibi tarafsızca, hiç bir bakış açısı olmadan bakabilseydi, dünya nasıl bir yer olurdu? Temel inançlarımız, taraf tuttuklarımız, tutunduklarımız olmasa sıcak veya soğuk savaş olur muydu? Berlin'e duvar örülür müydü? O en azından fiziksel olarak görülüyordu... İsmi, etiketi ne olursa olsun görülmeyen duvarlar; işte onları fark etmek için yıllar değil belki yüzlerce kez yaşamak gerekir. 

Bu sadece bir casusluk savaşı filmi değil, bu insan zihninde oluşan kalıplaşmış duygu, düşünce, inanışların insanlığı esir edişi, ve bu sebeple ayrılmış zihinlerin arasındaki tel örgülü köprülerin filmidir. Kendini zihni ile bütünleştirmeyen bir avukatın tarafsız bir şekilde müzakere yollarını bulması ile ilgili bir filmdir. Bu sezgileri ile hareket eden Donovan’ın zihinleri nasıl besleyerek ulvi amacına ulaşmasının yoludur. Amerika’da yakalanan Rus casusunu savunmak için başvurduğu yol; Amerikan adalet sistemin muhteşem olduğu ve savunduğu değerler... 


Onun için her insan aynıdır, aynı haklara sahiptir, birdir... CIA ajanı Alman kökenlidir, kendisi İrlanda, Ivanovich İngiliz doğumlu Rus... Kökeninde bunların bir anlamı yoktur. Onun için öğrenci olarak hapiste tutulan kişi ile savaş esiri olan subay arasında bir fark yoktur. Köprünün sonunda teslim edilen Rudolf Ivanovich Abel’in arkasından onun iyi olmadığını görmek için köprüyü terk etmeden bakar...
İşte olunması gereken yer orasıdır; köprünün tam ortası; yargısız, tarafsız, etiketsiz, düşüncelerden bağımsız, ne geçmişte ne gelecekte...
Donovan: Sen hiç endişelenmez misin? 
Rudolf Abel: Bunun yararı olur mu?

12 Aralık 2015 Cumartesi

I Smile Back


İster bedensel hastalıklarımız olsun, ister ruhsal rahatsızlıklar, yapılan tedavi veya terapi bireysel düzeyde kalıyorsa, eksik, yarım veya sadece geçici çözümler sağlayabilir. Bu diğer bireysel çalışmalar için de geçerlidir; danışmanlık, koçluk veya mentorluk kişiyi salt birey olarak alırsa istenilen sonuçların çıkması da zorlaşabilir.

Rahatsızlıklarımızdan kurtulmak veya mevcut durumumuzu değiştirmek için belli tedaviler veya çalışmalara koşabiliriz. Bunlar saman alevi gibi bizi bir dönem idare eder, ama sonra aynı kısır döngüye dönme tehlikesi vardır; bazen bağımlılıklarımız, bazen işkoliklik, bazen de depresyon ve diğer sıkıntılar...


Öte yandan, kuantum fiziğinin de bilimsel olarak ispatladığı gibi, her şey dünyada enerjiden oluşur ve kuantum seviyesinde sadece ilişkiler kalır. Bu ilişkiler sistemleri oluşturur, sistemler de her daim hareket halindedir ve birbirleri ile ilişkilidir... Bir bireyin ise en yakınan etkilendiği sistemi ise aile sistemidir. Bir çok yükü, ailemizden ve onların ailelerinde alırız. Carl Jung’un bahsettiği kolektif bilinçaltı iş başındadır. Bugün ise hemen hemen her psikolog, ana rahminde geçen süre dahil, 0-6 yaş arasındaki ebeveyn ile çocuk arasındaki bağı gelişimde ne kadar etkili olduğunu anlatıyor.  Tüm bunlardan dolayı, her şeyden bağımsız bir birey olarak kendimizi görmemiz illüzyondan başka bir şey değildir... Yapılacak çalışmalar geçmişle yüzleşmek, onu olduğu gibi kabul edip sağlıklı bir bağ kurmaktır...

I Smile Back filminin kahramanı Laney’nin babası onu 8 yaşındayken terk etmiştir ve bu durum onu derinden etkilemektedir. İki çocuğu ve mutlu bir evliliği var gibi gözükse de, Laney ilaç, alkol ve seks bağımlısıdır. Babası ile kuramadığı bağ onu ilişkilerinde de sağlıklı bağ kuramamasına sebep olur. Bir yandan ailesini çok severken bir yandan da onları kaybetme korkusu onu yer bitirir. Bilinçaltından belki de ona yakın olmak için onun gibi davranmaktadır... İşler kontrolden çıktığında ise Laney’i bir rehabilitasyon merkezine yatırırlar, bir süre temizlendikten sonra babasını görmeye gider. Ancak bu karşılaşma onu olduğu kabul etmesine yetmez ve Laney tekrardan eski alışkanlıklarına geri döner...


Her ne kadar ailenin sabrını taşıracak ve böyle davranmaya hiç hakkı yokmuş gibi gözükse de bu insanlara yardım etmenin yolu, olanı kabul etmek ve ailesi üzerinde çalışmaktır... Laney’nin uyanmayı için devam onu uyaran travması onu daha da mı güçlendirecek yoksa onun hayatına mı mal olacak?

7 Aralık 2015 Pazartesi

Ride


Kadın beynindeki ‘hippocampus’ bölgesi fiziksel olarak erkeklere göre daha büyüktür. Bu merkez empati, hafıza ve endişe ile ilgili bölgedir. Bebeğin hayatta kalması için empati ve endişe gereklidir. Ancak çocuğun büyüdükçe hayata atılması ve güvenli sularda tehlike ile yüzleşmesini baba sağlar.

Babanın çocukların yetiştirilmesi ile pek ilgilenmediği durumlarda veya boşanmış çiftlerde annenin korumacılığı tam tersine artabilir. Ve sağlıklı bir ilişki kurmazsa çocuğu kendine amaç edinebilir ve kendi hayatının odak noktası haline getirebilir. Hele bir de bu erkek çocuk ise enerjetik olarak oğul, eş yerine geçebilir. Anne oğlunu kimseyle paylaşmak istemez. Eğer eski eş de anne tarafından sevgi ve saygıyla anılmıyorsa aile sisteminde bir denge bir denge bozukluğu olur. Aile sistemi çalışmasının kurucusu Bert Hellinger, boşanan çiftlere şöyle bir tavsiyede bulunuyor; “Hangi ebeveyn diğerini daha çok seviyor, saygı gösteriyorsa çocuk onda kalmalıdır... Bu da genellikle babadır.” [Çocuğun anneye bağlı bir bebek olmadığı varsayılıyor] Diğer önemli bir konu da, bir erkek çocuğunun erkekliğe adım atması için babasına ihtiyacı vardır.


Ride filminin kahramanı Angelo, annesinin kontrolünden ve baskısından sıkılmıştır. Yazar olması için onu yönlendiren annesi Jackie aynı zamanda oğlunu sık sık eleştirir. Bir karı koca gibi kavga etmektedirler. Angelo ise babasının yanına sörfçü olmak için gider, annesi de peşinden gelir. Angelo erkek kardeşini kaybetmiştir. Ailede erken kaybedilen bir çocuk ailede bir travmaya sebep olabilir ve abisi olmak üzere anne de hem bu çocuğundan peşinden gitme eğilimi gösterirken, diğer çocuğa aşırı düşkünlük sergileyebilir. Hayatta kalan kardeşinde suçluluk duyması sıkça yaşanan bir dinamiktir. Ya ölenle ölürüz ya da onu tamamen unutmaya çalışırız; sonuç tamamen aynıdır... Ruhani olarak dolaşık kalmak. Anne bir türlü hayata geri dönemezken, hayatta olan oğlu için aşırı derece endişelidir. Yapılması gereken, ölümü ve kaderi, olduğu gibi kabul etmek ve sevdiğimiz kişi ile uygun bir şekilde veda etmektir...

Annesi, Angelo’nun peşinden gelir ve onun gibi sörf yapmak için ders almaya başlar. Bu sırada genç sörf hocası ile romantik bir birliktelik de başlamıştır. Uzun süre işe dönmeyen Jackie, işini kaybeder ve oğlu, eski kocasını ailesi ile yüzleşmeye artık hazırdır.

Helen Hunt hem yazmış, hem yönetmiş hem de oynamış. Bu Hunt’ın ilk sinema filmi yönetmenliği. Sanatsal olarak çok başarılı bir film olmasa da konu ve işlenme şekli başarılı. Biraz televizyon filmi gibi de olsa, izlemeye değer...