25 Ağustos 2010 Çarşamba

Geçiş



Doğum ve ölüm, Ying ile Yang, siyah ile beyaz gibidir... 

İkisi de bu evrenle diğeri arasında geçiş. Gelen keyfinin bozulmasından dolayı şikayetçidir ancak karşılama ekibi son derece mutludur; "Emiyor, kaç kilo?, Boyu ne kadar? Babasına benziyor, yok yok halasına..." Susmadan ilgi gösterilir.

Giden ise Tanrının şanslı kulu ise mutlu ve bir şey hissetmeden geçişi gerçekleştirir, ancak uğurlama o kadar keyifli olmaz. Peki yaşamın süresi neyle ilgili? Ne zaman? Neden? Neden çocuklar, gençler vefat ediyor da, artık kendine bakamayacak kadar yaşlanmış kişiler hala sağ? Her şeye bir neden arayacak mıyız? Maalesef böyle bir kötü huyumuz var. 

Hayat bir gizemdir, insan zihni bunu anlayamaz.

Allah'ın işine akıl sır ermez. İşin en tuhaf tarafı bu meseleler hep yakın birini kaybettiğimiz zaman aklımıza gelir, sık sık düşünürüz. Ölmek iyi veya kötü değil... Yaşamın devamı için gerekli... Ancak kesin bir şey var ki şu çok kısa hayatımızda sevdiğimiz insanları özleyeceğimiz kesin.

24 Ağustos 2010 Salı

Tiyatro


Ünlü bir aktör demiş ki; "Dünyada çok az insan sevdiği işi yaparak hayatı devam ettirmekte. Bu yüzden çok şanslıyım."

Şans mı? Kader mi? Yoksa hayatın bir gerçeği mi?
Herkesin sevdiği işi yaptığını şöyle bir etsek... Bir kısmı astronot, bir kısmı futbolcu, bir kısmı fotomodel, bir kısmı pastacı, bir kısmı aşçı, bir kısmı aktör, şarkıcı, sanatçı, bir kısmı da kahraman!

Peki kim hakem, çöpçü, temizlikçi, hemşire, polis, satıcı, esnaf, tamirci, öğretmen, hademe, şoför, yazılımcı, sekreter, doktor, hemşire, dekorcu, muhasebeci, finansçı, operatör, işçi, çiftçi, rehber vs olacak? Bu meslek elbette saygıdeğer meslekler. Bu meslekleri de çok severek ve isteyerek yapanlar çıkacaktır muhakkak. Asıl soru şu: Sevdiğin işi bulmak, yaptığın işi severek yapıp hem keyif almak, hem de işin hakkını mı vermek mümkün mü?

Diğer bir konu da kimlerle muhatap olduğumuz:

Bir işin sevilmesinde en önemli faktörlerden biri de iş arkadaşlarımız, yöneticilerimiz, iş ortaklarımız... Yaklaşık günde 8-9 saat geçirdiğimiz insanlar. Bir İnsan Kaynakları gurusunun sözü ilginçtir: "İnsanlar şirket değiştirmezler, yönetici değiştirirler". Doğruluk payı var gibi...

Öte yandan her insan kendine has yetenekleri ile mi yaratıldı? Bu insanların hayali mi, yoksa gerçekten öyle mi? Diyelim ki doğru; bu bizim için hangi yetenek? Hangi iş bize uygundur? Hangi işi seveceğiz?

Çocukluk hayallerimi hatırlıyorum da; astronot olmak yıldızların arasında gezinmek en büyük hayalimdi. Sanırım artık çok geç...
Futbolcu olmak diğer bir hayalimdi. Spordan öteye geçmedi...

Peki hangi işte çalışmaya gönüllüyüm?
Yoksa mevcut işimi en iyi yapıp "takdir" ve "ikramiye" bekleyerek Tanrı'ya şükür mü edeceğim? Yeteneğim nedir?

Bu cevapları bulamadığımızda, oynanmaya devam eden Tiyatro'nun bir parçası olmaya devam ediyoruz...
En iyisi yaptığın işin en iyisini yapmak, anda kalıp, işimizin olumlu yanlarını bulmak, hayatın bizim için hazırlamış gelişmeleri fark etmek, zamanı gelince, yürekten aksiyon almak, yapmak yerine olmak...

20 Ağustos 2010 Cuma

Kanatsız Melekler Bizim Aynamız mı?

JJ. Rousseau der ki "Çocuklar bizim söylediklerimizi değil, hareketlerimizi kopyalar."

Gen midir? Rousseau mudur? Bilmem ama bizim kanatsız meleklerimiz, içi dışı bir yavrularımız bizim aynamız mı?

Bizim meleklerin özelliklerine bakalım:
-Sevecen, arkadaş canlısı, kızlara düşkün, hareketli, akıllı, sevimli, yakışıklı, zevkli, yaratıcı, spor sever, konuşmayı seven, sosyal...
-İnatçı, hırslı, cesur ama tırsık, işine gelmeyeni duymayan, sinirlenince bağıran, oyunun/bilgisayarın başından kalkmayan, masada yemek yemeyen, söz dinlemeyen...

Bu özelliklerin yanına kendimi yazabiliyor muyum?
Yazamıyor muyum?
Çevre mi?
Gen mi?
Yoksa aile ve atalar mı?
Yoksa hepsinin karışımı mı?

6 Ağustos 2010 Cuma

Şarabın Kimyası


Tarih boyunca anılmış, kutsal olmuş, günah olmuş, kırkızı olmuş, beyaz olmuş, roze olmuş, uzun bardağa konuş, göbekli bardağa konmuş, hemen içilmiş, yok yok 100 sene beklemiş, genelde mantarlı olmuş, 2lira olmuş, 5,000lira olmuş, anlayan içmiş, anlamayan içmiş, ...

Ama kebapla bir araya gelmemiş, taa ki Buz ve Bağ bir araya gelip de kebapla şarabı bir araya getirene kadar.








Çiğ köfte ile şarap olur mu? İşin ilmini bilirsen tüm ilişkiler mümkün; aşkın kimyası gibi...

Yemeğin cinsine göre şarabı seçmek gerekiyor. Yağlı proteinli yemeğe Boğazkere ideal, kekremsi tat ile protein birleştiğinde muhteşem bir damak tadı çıkıyor.
Hafif yemek ile balık, peynir, yogurtlu mezeler gibi beyaz şarap...

Çiğ köfte gibi gövdeli yemeklerde Öküzgözünün keskinliği bire bir.

Önemli olan konu şarabı su veya meşrubat gibi lokmayı yuttuktan sonra değil, lokma ile beraber tüketilmesi gerekiyor.

Islamda bile bol bol yer alan şarap, önce yasaklanmayıp doğru kullanılmazsa zararının yararındak cok oldugu belirtilmektedir.
Ancak daha sonra çoğu insan şarap eğitimi alamayacağını varsayıp en iyisi yasaklanmış olması şeklinde son bulmuş.
Doğru dürüst damak tadı alamıyorsanız, çevrenize zarar
veriyorsanız, kendinizi kontrol edemiyorsanız içmeyin daha iyi...

Çok şükür eğitimimizi aldık ve ülkemizdeki zengin topraklarda çok değerli üzümler yetişiyor.
Bu eğitim deneyimde hep trakya daki bağlarda olduğumu hissettim, duyularım daha yetenekli olduğunu ve kokuların detaylarda gizli olduğu gördüm.

Iyi şaraplarının hayatları bile var. Doğuyorlar, doğru bir sekilde saklandıktan sonra olgunluğa ulaşıyorlar... işte bu aşamada mum ışığı, doğru mezeler ve ruh eşiniz ile içme vakti gelmiştir.

İçmeyip saklamaya devam ederseniz... şık bir şişe tabuta, içindeki de sirkeye dönecektir...