18 Kasım 2015 Çarşamba

Her Şey Ters mi Gidiyor?

Her şeyden kendimizi sorumlu mu tutuyoruz? Her şeyin tüm sebebi biz miyiz?

Eğer bu bakış açısı içerisindeysek, hayatınızdaki güzel gelişmelerden aşırı gurur duyarken, olmayanlar için de, ya kendimiz ya da başkalarını/çevreyi suçlamaya başlarız. Herkesi suçladığımızda ne olur? Gayretimizi daha artırırız, her şeyi kontrol etmeye çalışır, daha fazla çalışır, daha fazla mücadele ederiz... Bazen abartır; tartışmalar, kavgalar ve hatta savaşlar çıkartırız.

En sonunda pes eder, kendimizi kurban gibi hissederiz. 'Kaderimiz böyle demek ki' demeye başlarız. Kaderle hiç mücadele edilir mi? Kapanırız kendi kabuğumuza, söylene söylene sabrederiz belki de...

Artık yapmayız bir şey... Ne hayattayızdır, ne de ölü. Zombi gibi gezeriz. 
Ama demiyorlar mı “kontrolü bırak, akışta kal” diye. 
Belki bu deyiş, hiç bir şey yapmamak değildir. Öte yandan çılgınlar gibi koşturup her şeyi yapmak da değildir...

Belki de, en güzel örneklerden biri ağaçlardır bizim için. Ne kadar sert gövdeleri, toprağa diş geçirmiş kökleri varsa, o kadar esnektir dalları; bir ona yana bir bu yana yatar... Yaprakları ise, vakti geldiğinde en ufak bir rüzgarla bırakır gider ağacı... Tüm sistem bir devinim içerisindedir... Tutunmaz hiç bir yaprak ağaca; ağaç da yaprağa...

Belli ki, evrende her şey bir şekilde birbirine bağlı... Tüm küçük sistemler daha büyük sistemleri oluşturuyor. Dolayısıyla, biz de bir sistemin parçası isek, ne sistemin tamamından sorumluyuzdur, ne de hiç bir şeyinden. O sistemi anlayıp, o sistem içerisinde o andaki rolümüz ile uyumlu bir dalgalanmadır belki de gereken. Aynı okyanusun her bir su damlacığı gibi; kimi zaman fırtına vardır, kimi zaman huzur... Sistemin ta öbür tarafında olan bir küçük etki belki fırtınalar yaratır bu tarafta. 
Biz de bir yandan anlayışımızı geliştirirken, gereksiz yere taşıdıklarımızı, tutunduklarımızı bırakıp, dalgada salınmalı ve olumlu/olumsuz beklentilerden kurtulup olanı olduğu gibi kabul ederken, belki de ilginç çiçekler açacak tohumlar serpebiliriz.

Ya Yunus Emre gibi karış karış ararız hakikatı her taşın altında, ya da Budha gibi bir ağacın altında sadece otururuz kırk gün... Doğrusu, yanlışı yoktur bunun, ancak her değerli öğretinin ardında şu yatar; zihin veya ego, bedeni hayatta tutmak amacıyla başladığı yolda saptırır bizi (kişiyi), sözüm ona mutlu edecek şeylerin peşinden koşturur; para, itibar, başarı, sosyal ve politik güç ve daha fazlası... Ancak, daima gelecekle ilgili bir hedef veya amaç ile koşullandırıldığından dolayı, hiç bir zaman tatmin olmaz!

Tüm elde edilen ödüllerin son kullanma tarihi var gibidir; alınan her haz ya biter ya da etkisi azalır. Bu da size, her ödülün zamana tabi olduğunu ispatlar. Zamana bağlı olan bitmek zorundadır ve hepsi birer illüzyondur. Daha ulvi veya ruhsal gözükseler de içerisinde amaç, hedef olan her yolculuk yine egonun tuzaklarından biridir. "Şunu yap, bunu yap, aydınlanırsın" mantıken doğru değildir...


Zamana bağlı olmayan ise, ancak anlayış ile fark edilir; ortada ne keşfeden ne de keşfedilen vardır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder