3 Nisan 2018 Salı

Yaşı Otuzu Geçmişti

Yaşı otuzu geçmişti. Bir işi vardı. Bazı arkadaşları çoktan evlenmiş, hatta çocuk sahibi olmuştu. Sadece kendilerine değil, çocuklarına karşı da sorumlulukları vardı. Belki o da bir süre sonra bu yoldan devam edecekti. Oysa kendini bu hayat planında tuhaf bir noktada hissediyordu. Gerçekten neredeydi? Nereye gidiyordu? Bu muydu tüm hayalleri? Artık tam olarak hatırlayamıyordu bile…

Ne yapardı çocukken? Nelerden zevk alırdı? Sadece hatıra parçaları kalmıştı zihninin bir köşesinde. Oysa ne güzel de gidiyordu. Okulu bitirmiş, üniversitede hatırı sayılır bir bölümde okumuş, sonra da bir işe girmişti. Herkes memnun… Tüm bunları yaşarken başkalarını – özellikle anne ve babasını – memnun etmek için mi yapmıştı, yoksa kendi için mi? Elbette zihninin bulduğu bahaneleri, kısa süreli takdir ve tatmin duygusu ona onaylanma hissini veriyordu. Ancak şöyle bir durup baktığında, sanki her şey hareket etmeye devam ediyor da, sadece onun için zamanın durduğu anlarda hiç de huzurlu hissetmiyordu.


İşte tam anda imdadına bir kahraman koşuyordu. “Yok canım yıllarca okudun, bir işe girdin. Bunlar hiç de boşuna olamaz. Hadi gel bunun keyfini çıkartalım” diyor ve savuşturuyordu o anı… Hem ne çok da etkinlik vardı artık. Sadece gidilecek kafeler, barlar, oynanacak oyunlar, çıkılacak tatiller değil; sadece oturarak da başka dünyalara dalmak, olmadığın biri gibi bir imaj çizmek de mümkündü. İster kendi isminde ister gizli bir karakterle… Hem de oldukça ucuz gözüküyordu her şey. Fiziksel olarak en fazla yüz insan ile sosyal bir etkileşim halinde olabilecekken, bu dünyada rakamlar 3-5 binleri buluyordu. Vereceğin cevap üzerinde düşünebiliyor, gülmek veya üzülmek zorunda kalmadan da bir sembol sayesinde bunu dile getirebiliyordu. Her beğeni, her yorumda, diğer arkadaşı onun omzunu sıvazlıyor ve onun iyi hissetmesini sağlıyordu. Ancak bir süre sonra yine bir boşluğa düşmeye başladı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadığı gibi, o ilk zamanlardaki tadı da alamaz olmaya başladı. Yine bir adım geride bakmak zamanı gelmişti. Tüm o arkadaşlarının ardından, zamanın durduğu bir nokta olmalıydı burası.

Hiç anlamıyordu. Nerede yanlış olabilir? O hayal ettiği, kendisine vaat edilen hayat hiç gelmiyordu. Rekabet, kıskançlık, sonsuz bir sahip olma arzusu, dedikodular, riyakarlıklar… Artık onu yoruyordu. Kendi kabuğuna çekilse mutsuz oluyor, kabuğundan çıkıp yeniden ve içtenlikle denese bu sefer de hayal kırıklığına uğruyordu. Işığı sönüyordu. Kendini topluyor, yeniden alev çakıyor ve “etrafındakileri de aydınlatabilirim” diyordu. Ancak bu çok yorucu olmaya başlamıştı. Hele bir çocuğu olsaydı, ne yapacaktı. Sorumluluklar artacak ve belki de yeni bir arkadaş edinecekti kendine: Artık ailen ve çocukların için yaşamalısın…

İşte o anda çocukluk anıları netleşmeye başladı. Koşmaktan, diğerleri ile oynamaktan ne çok zevk alıyordu. Öte yandan tek başınalık da onu pek rahatsız etmiyordu. Kendi kendine tam ve bütündü sanki. Onlarca karakteri aynı anda canlandırıp bambaşka hayatlar bile yazıyordu kendi kendine. Tiyatroda oyuncu mu olmalıydı yoksa?.. Artık çok mu geçti?


Hatırlıyordu babasının şöyle dediğini: “Yaş 35, yolun yarısı…”
“Yolun yarısıysa, henüz çok geç olmamalı” diye düşündü birden. Hem ömürler de uzuyordu. Bu hayat planında ölü gibi yaşamaktansa, içini pırpır eden bir şeyler yapma dileğini hissetti o anda. Sonra onu koruyan arkadaşlarından biri onu kendine getirdi. “Herkes ne der sonra?” dedi… Tam o sırada aklına bir cenaze töreni geldi. Çok sevdiği dayısının cenazesiydi bu. Oldukça genç sayılabilecek bir yaşta göçüp giden dayısının ardında kalanları düşününce, hiçbir şeye gerçekten sahip olamayacağını bir anda kavradı. Bu anlayışın bir anda, birdenbire gelmesine şaşırmıştı. “Bize öğretilen, yaptırılan her şey şu andaki sistemin bir kurgusu…” dedi kendi kendine. Bir anda her şeyi ama her şeyi sorgulamaya başladı. Doğru gibi algılanan her şeyi… Gökyüzündeki yıldızların gerçekte küre şeklinde olmasına rağmen, onu beş köşeli bir şekil olarak çizen zihninin nasıl koşullandığını, nasıl da ezbere çalıştığını anladı.

Öğretilen tüm bilgiler tüm insanlığın deneyimlerinden geliyordu. Fiziksel olarak işe yarayan bu bilgiler, psikolojik olarak işe yaramıyordu. Kendini bedenden ibaret gören bir zihin neden sorgulasın ki? Sadece kendini güvende tutacak bir yer arar. Güvende olmak topluma uyum ile gerçekleşmiyor muydu? Sahip olma ve toplama… Kendini korumak için toplumun normal olarak kabul ettiği şekle bürünmek…

Tüm bunlar onu yormuştu… Yattı uyudu. Sabah hepsini unutacağını düşündü yatarken. Sabah hiç uyanmadığı kadar erken uyandı. Yüreği kıpır kıpırdı. Artık hiçbir şey aynı değildi. Kaldığı yerden devam etti. Toplumun bireyleri tek bir kalıpta, bir görünümde eğitme çabasını fark etti. “Oysa keşke bizi çocukken hangi konularda hevesli ve becerikli olduğumuz konusunda destek olsalardı… Keşke bu özelliklerimiz ve becerilerimiz hakkında cesaretlendirilseydik.” dedi… Herkes birbirine bağlıydı, ancak herkesin farklı özellikleri vardı. Normal, ortalama kavramaları silindi beyninden bir anda…

Yaşı otuzu geçmişti. Oysa artık bunun önemi yoktu. İster kırk, elli, altmış olsun. Artık o yaştan ve bugüne kadar edindiği kimliğinden bağımsızdı. Tekrardan bütün ve tamdı. Artık yüreğini dinleyecek, zihni de yüreğini takip edecekti… Diğerlerinin alevine ne olursa olsun, onun ışığı yanmaya devam edecekti…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder