27 Ağustos 2013 Salı

İlişkiler


Aşk, Sevgi ve İlişkiler... 
Sanırım insanlığın tüm zamanlarındaki en önemli konuları! En temel soru; ilişki size anımsatıyor? Sevgili, aile, arkadaşlar... Genellikle liste böyle akar gider...

Çok nadir kişi “kendim” ve "özüm" diye cevap verir ve kendisi ile olan ilişkisini, kendinin kim ve ne olduğunu sorgular. Ancak kişinin kendim demesinde bile, bir dualite (ikilik) yaratır. Bu yolculukta, kelimeler ile ifade edilemeyecek bir seviyede, tek ve benzersiz olana ulaşabilir miyiz?
Beni bende demem, bende değilim.
Bir ben vardır bende, benden içeri...
Yunus Emre
İçinde büyüdüğümüz dünyada, tüm ilişkilerde ayrım hakimdir. Taraflar arasında imzalanan yazılı ve sözlü, açık veye gizli anlaşmalar... Bu anlaşmalar ilişkiyi tanımlar. Kendimiz ile veya bizden farklı bir kişi ile olan ilişkimiz de böyledir.

İlişki Nasıl Oluşur?

Kişi kendini bildiği kadarıyla ve kendine miras kalmış temel inançları ışığında, karşısındaki hakkında varsayımlar ve yargılar oluşturur. Karşı tarafın da kendisi ile ilgili beklenti ve fikirleri varsayımlarda bulunur. Ve bu bilgi yumağına uyacak en uygun maskeyi oluşturarak zihnin en temel görevlerinden biri olan ‘çıkarı azamiye çıkarma’ uğruna sahneye çıkar ve rolünü oynar.

Zamanla bu durum, daha fazla varsayımlara sebebiyet verecektir. Özellikle uzun süreli ilişkilerde ‘ben bu kişiyi tanıyorum’ düşüncesi zihnimiz sararken aslında aradaki mesafe artamaya devam eder. Sonunda ya kanıksanmış ölü bir ilişki veya bizi ayrılık beklemektedir.


Bu kadar çok üzerinde konuştuğumuz ancak bu kadar da bilgiye aç olduğumuz ilişki romantik aşk ilişkisidir. Çoğu zaman isteriz, yolunu gözleriz, bazen de nefret edip inkar ederiz. İngilizcede, aşık olmak fiili ‘To Fall In Love”dır. Bunun doğrudan çevirisi "aşkın içine düşmek"tir. Kimisi aşk ilişkisini romantik bulsa da, olan olay şudur:


Çocukluktan yetişkinliğe geçerken ailemiz ve çevremizle koşullandırılan zihnimiz, topluma uyum sağlayacak bir kimlik yaratır. Bu yaratılan sahte kimlik; ego bizi yönetmeye başlar. Biz onu kendimiz olduğu yanılgısına düşeriz. Egonun temelinde korku yatar; bu ölüm korkusudur. Dolayısıyla karşılığında kendini var etmeye çalışır ve bir benlik oluşturur.
Egonun sık sık başvurduğu taktiklerden biri de bağımlılıklar oluşturmaktır, böylece ölüm gerçeğini görmezden gelmeye devam edecektir. Aşkın içine düşmekteki aşk da bu bağımlılıklardan biridir. 


Aşk deneyimi, egonun aynadaki tezahürüdür. İlk defa ego, kendini başka bir varlığa adamış ve tüm çılgın davranışlara açık bir hale gelmiştir. Bu başkası için yapılan bir fedakarlıklar yanılsamasıdır. Fedakarlık kelimesine yakından bakarsanız, bir şeyi feda edip karşılığında kar elde etmek yatar...

Nörolojik olarak incelendiğinde, egonun hormonlara bağımlı olduğunu görüyoruz. Her türlü bağımlılık zihni (egoyu) memnun edecek bir hormonla ilişkilidir. Statü testesteron salgılatır, tehlikeli sporlar adrenalin, alışveriş dopamin ve serotonin...

Aşk hormonu denilen hormon ise Feniletilamin’dir. Bu hormonun salgılanması en fazla 6-8 ay sürer. Düşme durumdan kalkan zihin, bu sefer sevgilisinde daha önce hiç görmediği kusurları fark etmeye başlar, ve bazı davranışlar artık ona batar hale bile gelebilir... Bir anda uyanan ego, bu sefer kendine döner ve ilişkiyi tehdit etmeye başlar.


Öte yandan sevginin, uyumun baskın olduğu birliktelikler yok mudur? Bunlar nasıl ortaya çıkar? Ya kendinizi bilip sonradan bir ilişki kurarlar ya da ilişkide çiftler kendileri beraberce bilip çift olarak farkına varırlar gerçeğin... Kuantum fiziğine göre ‘bireysellik’, ‘mekan’, ‘zaman’ ve ‘ayrımlar’ birer illüzyondur... Sadece dolaşık ilişkiler vardır. Her tür bilinç, ki buna enerji alanı da diyebilirsiniz, ortak bir bilince bağlıdır. Her çift birbirine bir katkıda bulunmak için bir araya geliyor, yeter ki siz gerçekten yüzeydeki tiyatronun arka sahnesindeki derinliği keşfedin. 

Derinlerde birbirini uyandırmak için bir araya gelmiş çiftler, yıllar geçtikçe kendi aile dinamiklerini keşfederek kim olduklarını hatırlayarak özgürleşmeye başlarlar. Bu özgürleşme korkunun yok olması demektir. Korkunun olmadığı ortamda sevgi yeşermeye başlar. Artık sevginin kendisi oluruz ve artık sevgiyle yükselmeye hazırızdır. 

İşte böyle bir tecrübe yaşamış kişinin anıları:
"Bundan 10 yıl önce aşık olduğum hayat arkadaşıma, ilginç bir şekilde, ilişkimizin altıncı ayından sonra, nişanlı olduğumuz bir dönemde, ona karşı aşkımın tam bir sevgiye dönüştüğünü söylediğimi hatırlıyorum... O zaman kızsa da yıllar sonra hak verir gibiydi...


Aşkın ve ilişkilerin tuzak gibi gözüken fırtınalarına biz de yakalandık, bunları kabul edip kendimizi ve birbirimizi daha iyi tanımak için kullandık. Artık kendisini yeni bir kişiyle tanıştırırken, eşim, karım, sevgilim demek, ya eksik ya da garip geliyor...


Ona artık sadece bakışlarımla, sarılmamla hitap ediyorum. 

Özgür, "bilinçsiz" bir şekilde BİR’iz..."

4 yorum:

  1. sevgi aşk mı teşekkürler beni cidden güldürdün.

    YanıtlaSil
  2. Ne diyelim,darısı başımıza:)

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil