Dünyadaki tüm savaşların kökeninde, insan zihnin karşıt ve ayırımcı düşünce yapısı yatar. Hayatta kalmanın diğerinin yenilmesine bağlayan bu düşünce, her şeyi ikiye böler. Bu zihniyetle kurulmuş devletler de gençlerini sözüm ona vatanları için savaşmaya ve öldürmeye özendirir. Bir çok genç savaşa gitmeye can atarken, karşı taraftaki ırktan da ölesiye nefret eder.
Little Boy film
İkinci Dünya savaşında Amerika'daki bir ailenin hikayesini konu alıyor. Ailenin
iki oğlan çocuğu vardır. Kahramanımız Pepper¸cüce
diye dalga çekilen ufacık bir çocuktur. Babası onun kahramanı ve oyun
arkadaşıdır. Küçük olmasında dolayı babası ona öz güven aşılamaya çalışır;
aralarında bir sloganları vardır:
“Bunu yapabileceğine inanıyor musun? Evet!”
Abisi London ise
savaşa gitmek istemektedir ama düz taban teşhisi konduğundan dolayı orduya
alınmaz. Bu duruma çok üzülen London’ı başak bir yük beklemektedir: Kanunen
kendisi gidemediği için onun yerine babasının savaşa gitmesi gerekmektedir. Kısa
bir süre alınan habere göre babaları Japonlar tarafından esir alınmıştır. Kendi
kasabasında yaşan bir Japon’a (Hashimoto)
da düşmanca davranmaya ve onu rahatsız etmektelerdir.
Bu konuda tek sağ duyulu kişi ise rahip Oliver’dır. Oliver, Pepper’in babasının dönmesi ile ilgili inancını
kırmamak için Pepper’e bir liste verir. Bu listeyi yerine getirip gerisini
Tanrı’ya bırakmasını söyler.
- Açları doyur.
- Evsizlere barınak sağla.
- Hapishanedekileri ziyaret et.
- Çıplakları giydir.
- Hastayı ziyaret et.
- Ölüyü göm.
- Hashimoto’ya dostça davran.
Ve uyarır: “İçinde en ufak bir nefret varsa, imanın bir işe
yaramaz.”
Ne dersiniz? Bir çocuğun içten ve kararlı dileğini Tanrı yerine getirir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder