“Zaman geçiyor. Orası kesin.”
O kadar kesin mi? Ne kadar eminiz zamanın var olduğundan? Belki
de hepimiz bir rüyadayız ve bu zaman dediğimiz görecelik sadece bu gerçeklikte
var... Fizikçilerin teorilerine göre kuantum seviyesinde mekan ve zaman
kayboluyor ve geriye sadece ilişkiler kalıyor... İlişkiler de bir çeşit çekim... İnsanların arasında çekimi sağlayan şey ise sevgi...
Bir şey kesin ki, o da bu dünyada bedenimiz, bir anne ve baba
sayesinde var oluyor. Ruh bedenine kavuşuyor. Sonuç olarak bu
dünyada bir bedenimiz varsa, bir anne ve bir de babamız olması zorunlu...
Filmimizin kahramanı Elle
ise kızını diğer bir kadınla yetiştirmeyi uygun görmüş. Lezbiyen ilişkisinden
önce evlendiği kişiden ise bir çocuk istememiş. İlk defa hamile kaldığında ise bunu kocasına sormadan kendince halletmiş. Daha sonra evlilik dışı bir bebeği, sevgilisi ile beraber büyütmüş. Kızı Judy'nin, muhtemelen
babasız büyümesinden dolayı annesine gizliden gizliye duyduğu öfke ve nefret, onun tam tersi bir karaktere bürünmesini sağlamış... Son derece katı ve
sorumluluk sahibi bir erkeksi bir kadın...
Bir kadın, kadın olmayı ancak annesinden öğrenebilir, bu
kişi yoksa veya kızı anneye öfkeli ise anneye olan bu sağlıklı bağ, sağlıksız
bir dolanıklığa dönüşür: “Senden nefret ediyorum, asla senin gibi olmayacağım.”
Aşırı bağlı olmakla, bu durum arasında çok büyük bir fark yoktur; bir paranın
iki yüzü gibi... Judy kendisinin alamadığı sevginin yerine işini koymuş
gibidir; o da aynı şeyi kendi kızı olan Sage’e
yapmaktadır. Sage ise belki de bilinçaltından anneannesini takip etmektedir...
Film onun hamile kalıp kürtaj olmak için Elle’ye gelmesi ile başlar. Kürtaj
için gereken miktarı toplamak için yola çıkarlar... O gün boyunca bu parayı bulmak için
yaptıkları her şey, Elle'nin hayatındaki bir çok konu ile yüzleşmesi sağlar. Üç
neslin içinde bir şeyler hareket etmeye başlar...
Elle, kürtaj konusunda torununu uyarmaya çalışır: “Bu
muhtemelen ömrünün geri kalanındaki bazı anlarda, her gün düşüneceğin bir şey.”
Tüm bireylerin birbirine olan bağını düşünürseniz, bu bir çocuk kaybından başka
bir şey değildir. Sorumluluk her iki ebeveyne de aittir. Elle’nin durumunda ise
bu konuda fikri bile alınmamış baba, bu olayın etkisini yıllarca üzerinde taşımaktadır...
İlginç diğer bir dinamik ise Sage ve annesi arasında
yaşanır. Sage, annesi ile istediği samimiyeti kuramazken, annesi de onu devamlı
eleştirir ve onu kontrol etmeye çalışır. Önemli olan aşırı kontrolcü veya
aşırı uzak bağlardan kurtulup, ailede sağlıklı bağları kurmaktır. Sağlıklı
sevgi akışı ancak böyle sağlanır; bu da herkesi özgür kılar. Özgürlük dilediğini
yapmak değil, özdeşleşmeleri bırakmak ve sağlıklı bağlar kurabilmektir. Nasıl ve kim olurlarsa olsunlar, anne ve babamız bize hayat
vermiştir. Ne yapmayı biliyorlarsa onu yapmışlardır... Bunun kabul etmek anlayışı
doğurur; anlayış da sevgiyi...
Öte yandan, ebeveynler ise çocuklarının mutlak sahipleriymiş gibi davranır bazen. Onlara her şeyi verdiklerini ve onları iyiliği için onları
yönlendirdiklerini ve bazen özellikle sert ve aşırı korumacı davrandıklarını
söylerler. Eğer sahiplenme varsa gerçek sevgi var olamaz. Her birey aile
içindeki rolü ne olursa olsun ayrı bir yaşama sahip olduğunu fark etmeli ve
buna saygı göstermelidir. Sağlıklı bağlar bu şekilde kurulur...
Anne ve babamızı beğenmemek, onlardan bir sebepten dolayı
nefret etmek kadere karşı isyan etmek değil midir? Kaderin arkasında Yaradan yok mudur? Herkesin arkasındaki kaderi ve evrensel aklı görebilirsek belki anlayışımız değişir: Onların verebildiklerinin en
iyisini verdiklerini bilseydik, onların bizim için en iyi anne ve en iyi baba
olduğunu bilseydik, hayatımız, davranışlarımız nasıl olurdu?
“Tanrım onları affet, ne yaptıklarını bilmiyorlardı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder