Güneş, Samanyolu'nun etrafındaki tam bir turu 255 milyon yılda
gerçekleştirir. Bir insanın dünyadaki ömrünü 65 yıl olarak kabul edersek, Güneşin
Samanyolu'nun etrafında dolaştığı süreye de bir yıl dersek, insan ömrü sadece 8 saniye
sürer. Belki bu yüzden bu kadar kıymetlidir ama aynı zamanda tutunacak bir şey
değildir... Güneşin nefes alma-verme süresinde biter bu dünyadaki yaşamımız...
Öte yandan hiç ölmeyecekmişiz gibi otomatiğe bağlamış bir
şekilde yaşarız. Ne öğretilir bize? İnsanlar doğar, büyür, okula gider,
evlenir, emekli olur ve ölür... İşte bize öğretilen hayat planı bu kadardır! Çoğumuz
kaderin ve şansın hakim olduğuna
inandığımız hayatlarda kurban olmayı veya isyankar olmayı seçeriz. Her iki
yaklaşım da bir fayda sağlamaz; birinde pasif bir şekilde hareket etmezken,
diğerinde ise başımıza gelen her şey ile kavga etmeye başlarız; sonunda da
duvara toslarız.
Hayatın kontrolünü almak için kontrolü bırakmak gerekir.
Esra İnal’ın
gerçek yaşam öyküsünü konu alan 8 Saniye
filminde Esra, hayatta isyanları oynar. Çocukluğundan beri gördüğü rüyalar
gerçek çıkarken, bu rüyalarda tanımadığı bir adam da belirir. Değişiktir
Esra... Ama toplumun farklı olanlara davranma şekli bellidir: Ya topluma uyum
sağlayacaktır, ya da deli muamelesi görecektir. Esra evlendiği gün bile aslında
evliliğin bir hata olduğunu hisseder ama bu konuda bir şey yapmaz. Bir süre
sonra olaylı bir şekilde boşanır. Rüyaları onu iyice yormaya başlar. Derken
çalıştığı yerden kovulur ama bu olayda bir erkek arkadaş edinir. Değişik
yollardan para kazanan ve kumar bağımlılığı olan Mo, ona destek olmak ister ama bu ilişki de Esra’ya istediğini
vermez...
Esra sonunda deli damgası yer ve intihara teşebbüs etmeye kadar
sürüklenir hayatı... Rüyasındaki adam ona yol gösteren bir bilgedir:
“Hayatın bakış açısından ne iyi, ne de kötü vardır. Her şey olduğu haliyle hayatın bir parçasıdır. Bizler sanatçıyız. Hayatımızla ilgili koskoca bir hikaye yaratırız. Hayatından memnun değilsin diye nasıl şikayet edebilirsin ki? Hayatını sen yarattın. Hikayeni de çeşit çeşit karakterlerle donattın. Bu karakterlerden bir şey öğrenebilirsin, hayatında verdiğin tüm kararlar için sorumluluk alabilirsin. Muhteşem bir hikaye yaratmak da, hayatını dramla doldurmak da senin elinde. Kendi bedenini öldürmeye kalkışacak kadar mı nefret ediyorsun bu karakterlerden? Hayatını beğenmiyorsan değiştir onu tatlım. Diğer tüm karakterleri değiştirmeye çalışma. Ana karakteri değiştir ve bir büyü gibi bütün hikaye değişsin. Kendi cennetini işte böyle yaratabilirsin.”
Bu bilge kişi Dört Anlaşma
kitabının yazarı Don Miguel Riuz’dir.
Yıllardır rüyasına giren bu adamı görmek için Meksika’ya gider Esra... Artık hayatında
olan olaylara başka bir şekilde bakar ve önce kendisi ile barışır. Kendi
küçüklük haline bakarak ona şöyle söyler: “Sakın unutma Esra, hayatımın aşkı
sensin.” Affetmek, önce olanı kabul etmekle başlar. Kendinle başlamak üzere her
şeyi olduğu gibi kabul etmek... Bu hiçbir şeyi kişisel almadan, olaylar ve
kişilerden öğrenmektir. Bu da minnettarlık içinde yaşamayı sağlar. Bu sayede
artık evrenin akışı Esra’ya dilediği hayatı oluşturmada kapıları açmaya başlar.
Bilge ona etrafında oluşan dünyanın zihnin bir yansıması
olduğunu söyler. Esra’nın şöyle bir sözü vardır: “İnsanın varoluşunu hatırladığı
iki an vardır; biri aşık olduğunda, diğeri ölüm kendini hatırlattığında.” Her
iki anda da zihin ölmüştür; birinde artık bizim için sadece öbür kişi vardır,
diğerinde ise artık zihin için her şey bitmek üzeredir. Bu durum Yunus Emre’nin ölmeden önce ölmek ile
kastettiği kavram ile aynıdır; zihnin ölümü, zihnin oluşturduğu hedef, hırs ve
arzuların ölümüdür... Ancak o zaman yaşarız. Zihin her zaman hedef tabanlı
çalışır; her hedef gelecektedir ve gelecek hiç bir zaman gelmez!
“İnsanın kaderi kendi çabasına bağlıdır.”
“Cesaret korkusuz olmak değildir, korkuya rağmen bir şeyler yapmak demektir.”
harika bir yazı, film kadar güzel bir yazı. teşekkür ederim. Sevgilerle, Hümeyra
YanıtlaSilÇok teşekkürler. Sevgiler :)
Sil