15 Kasım 2017 Çarşamba

20th Century Women


İnsanlık tarihinin 300,000 yıldan fazla olduğu ön görülüyor. Eski çağlardaki “kabile dinamiklerini” anlayarak bugün modern dünyadaki davranışlarımızı çözmeye başladık. Atalarımızdan gelen miras; milyon yaşındaki Neo Korteksimiz dahil olmak üzere beynimize kazılı gözüküyor.

Günümüzde üstlenmek durumunda kaldığımız bir çok rolün olmadığı o çağlarda en temel ayrım cinsiyet üzerine: Kadın ve Erkek. Erkek avlanmaktan ve savaşmaktan sorumlu iken, kadın bebeklere hayat vermekten ve onlara bakmaktan sorumluydu. Bu şekilde evrilen kadın ve erkek beyni birbirinden belli açılardan fark gösteriyor, ancak herhangi biri diğerine göre daha üstün değil. Özetle erkek dış işlerden sorumluyken, kadın da iç işlerden sorumlu... Bu durum kadını multi-fonksiyonel ve daha empatik yaparken, erkek beyni ise tek bir şeye odaklanmakta ve navigasyonda daha iyi...

Sadece son 5-10 bin yıl önce tarım hayatına geçiş ve son 200 yılda gerçekleşen endüstriyel devrim ile fiziksel tehlike azalmış ve avlanmak yerine günümüzdeki gibi daha az kas gücüne dayalı meslekler ortaya çıkmıştır. Kas gücünün önemi azalsa da erkekler, genel olarak geçmişten gelen pozisyonlarını kaybetmeyecek şekilde organize olmaya devam etmiştir. Kadın beynindeki hipokampüs ve corpus collasum kısımlarının daha büyük olması onları empatik yapmaktadır. Belki de kadınların ruhsallığa daha yakın olan bu empati dolu özellikleri erkekleri korkutmuş olabilir. Tüm bu olası dinamiklerden ötürü kadın, bebeklere hayat veren kadın, genellikle arka planda kalmıştır. Oysa sistemik olarak bakıldığında dışlanan her zaman temsil edilir. 20. Yüzyıl bu değişimlerin çok yoğun yaşandığı bir dönemdir. Derisinin renginden, inanışlarından, milliyetlerinden dolayı dışlanan bir çok grup ön plana çıkmaya başlamıştır. Savaşlar ve çatışmalar zirve yaparken, yüzyılın sonlarına doğru durulmalar ile dengeler yerine gelmeye başlamıştır.


20. Yüzyıl Kadınları isimli filmde üç farklı yaş grubundaki kadının bu yüzyıldaki farklı evreleri nasıl yaşadıkları ele alınıyor. Baş roldeki Dorothea, 1924’de doğmuş, kasvetli zamanlarda büyümüş; 16 yaşında savaş patlat vermiş ve savaş pilotu olarak yetişmiştir. Çalıştığı şirkette ilk kadın çalışan olmuş, kocasının evi terk etmesi ile oğlu Jamie ile baş başa kalmıştır... Çocuğunu konuşturmayan ve aşırı korumacı bir tavrı vardır. Bu fedakar tavrı, dışarıya karşı da böyledir. Arabasında çıkan yangını söndüren itfaiye görevlilerini bile eve yemeğe davet eder...

Oğlu büyüdükçe zorlanmaya başlayan Dorothea, evinde yaşayan Abbie ve oğlundan biraz büyük olan Julie’den yardım ister. Julie’nin tepkisi ise oldukça manidardır:
“Bir erkeği yetiştirmek için bir adama ihtiyacın yok mu?
Evde kiracı olan diğer kişi ise bir erkektir: William... William’ın babası tamirhane yöneticisidir. O da babası gibi araba tamirini öğrenmiş, koleje gitmek istemiş ancak buna maddi imkanları el vermemiş. 63’de zeki, cesur ve zengin olan Theresa ile evlenmiş. Aşık çift bir komüne yerleşmiş. William eşini kaybetmemek için hiç olmadığı bir kimliğe bürünmüş. Muhtemelen babasından yeterince beslenememiş William kadınlarla ne yapacağını bilmemektedir.

Elimi küçük pencereden içeriye soktum, parmağımı sıktı ve ona hayatın çok büyük olduğunu söyledim... ve bilinmez. Ona hayvanların, gökyüzünün, müziğin, filmlerin olduğunu... Kendi çocukların olduğunda, aşkı, tutkuyu, hayatın anlamını, onun annesi babası olduğunda anlarsın.”
Tüm bu ortamın içerisinde ergenliğe adım atmış Jamie, babasını sadece Noel'de ve doğum gününde görmektedir... Kendinden iki yaş büyük olan en yakın arkadaşı olan Julie’ye ilgisi vardır. Öte yandan annesini izleyerek ona soru önemli sorular sorar:

-        Anne mutlu olduğunu düşünüyor musun?
-        Bak, mutlu olup olmadığını merak ediyorsan kısa yoldan depresyona giriyorsundur.

Dorothea’nın 1964’de anne olduğu dönem, insanlığın ilk defa her şeyin daha fazlasına sahip olduğu dönemdir; güzel ev, arabalar, kaos, karışıklık, uyuşturucular, bilgisayarlar ve sıkıntı... Soğuk savaşın tırmandığı bir dönem...

Jamie’nin arkadaşı Julie’nin annesi psikologdur. Boşandıktan sonra kızı olan bir adamla evlenmiş ve Julie üvey kardeşi ile yaşamak durumunda kalmış. Kendini, kendinden yıkıcı olarak tanımlayan Julie, annesinin grup terapilerine zorla katılmış...


Filmin son kahramanı 1955’li Abbie... Sanatçı olmak için New York’a taşınır. Öğretmenine aşık olur. Daha sonra kanser olduğunu öğrenince arkadaşları onun pek ilgilenmez. Annesine gider. Annesinin kendinden önce iki düşüğü olduğunu öğrenir. Annesinin o dönemde kullandığı ilaçların kızında rahim kanserine yol açabileceğini öğrendiğinde kızını görmek ona ağır gelmeye başlar. Bu durum karşısında Abbie sakince yaşayabileceği bir yere taşınır.

Filmdeki tüm karakterlere baktığımızda görülebiliyor ki, kadınlar artık erkekler olmadan da yaşayabiliyor. Tek başına çocuk yetiştirip, iş hayatına veya yeni maceraya atılabiliyorlar. Adamlar ise babaları güçlerini kaybettiklerinden dolayı erkek olmayı unutuyorlar. Belli de denge bu sefer tam tersi tarafa kayıyor. Oysa kadın ve erkek, eril ve dişil birbirini tamamlayan kavramlar. Hiç bir tek başına biraz yavan... Dengeler tamamen yerine oturana kadar, tüm olaylarda olduğu gibi daha bir çok gel-git yaşanacak.


Kendini tehlikeye attığı bir olaydan sonra Dorothea ve Jamie arasındaki diyalog:

·        Neden böyle saçma bir şey yaptın? Sadece arkadaşlarına uymak için mi? Neredeyse öleceğini biliyorsun değil mi? ...Neden kendine zarar veriyorsun?
·        Peki sen niçin sigara içerek kendini öldürüyorsun? Neden yalnızken ve üzgünken iyi oluyorsun?
·        Benimle bu şekilde konuşamazsın. Bana bunları söyleme...

2 yorum: