28 Kasım 2017 Salı

Başımıza Gelen Olaylar

Başımıza öyle olaylar gelir ki, bu olayların hiç meydana gelmemesini isteriz. Bu istenmeyen olayları kötü, talihsiz, dehşet verici, veya acımasız olarak nitelendiririz. Hatta olay o kadar basit ve nettir; suçlusu bellidir. Kısacası müthiş bir haksızlık yaşamaktayızdır. İşte bu konuda ya başkalarını suçlarız ya da kendimizi… Genellikle de ikisinin karışımı bir durum çıkar ortaya…

Olay, o kadar trajik ve dramatiktir ki, suçlu çok bellidir; kadersizliğimiz gün gibi ortadır. Kesinlikle emin bir şekilde haykırmak isteriz: “Neden? Neden bunlar başıma geliyor? Haksızlık bu! Tanrım neredesin?” Acımıza ve hikayemize o kadar yakından bakarız ki, çevremizdeki diğer kişileri göremeyiz… Tanrı’yı bile… Yüzeyde ne kadar inançlı olsak da, belki de içimizdeki küçük bir parça Yaradan’a isyan eder… Öte yandan sırlar sır olarak kaldığında, yüzleşmemiz gereken olay ve kişiler ile yüzleşilmediğinde, sanki olayların yaşandığı noktada kilitli kalırız. Hareket edemez, ruhsuz bir hayat yaşarız.

Yargı
Devam edebilmek için gereken bu yüzleşme anlaşılması gereken ilk şey yargıdır… Her birey olayları kendi perspektifinden değerlendirir. Bu çok doğaldır: Dünyaya gelen bir bebek için hiç bir ayrım ve korku yokken, bebek yavaş yavaş anneden ve tüm diğer her şeyden farklı bir varlık olduğunu anlamasıyla kendini bedenle özdeşleştirmeye başlar. Bu özdeşleştirme sonucunda bedenini hayatta tutması gerekliliği ortaya çıkar. Beynin – zihnin, temel amacı bedeni hayatta tutmak olur. Zihin bu ayrım ve kıyaslama ile öğrenir… Çalışma prensibi budur. Sıcak-soğuk, kısa-uzun, ben-sen, biz-siz ve en tehlikelisi de iyi-kötü ayrımıdır…

Tüm bu bakış açıları bazen sadece bizim düşüncelerimize dayanırken, bazıları toplum, kültür, çarpıtılmış din veya kanunlara da dayanıyor olabilir. Bu şekilleri ile doğru olduğundan emin olduğumuz iyi-kötü yargılarımızın dayanakları ortaya çıkar. Artık haklı olduğumuza o kadar inanırız ki, kendimizden ve hissettiğimiz acıdan başka hiç bir şey görmeyiz.

Yargıç
Bu emin olma duygusu ile yargıç rolüne bürünürüz. İşin çıkmaza girdiği an, her insanın kendini yargıç rolünü büründürmesindedir. Yargıcın elinde ister ana yasa olsun, ister ahlaki değerler isterse spiritüel safsatalar… Her yargıçlık yapan, kendini Tanrılaştırmış olur…
Oysa her olaya, her kişiye baktığımızda, ötesine baktığımızda ardında bambaşka kişi ve olayların o durumu yarattığını görürüz. Her kurban, başka birinin kurbanıdır. Daha geriye gittiğimizde ve daha da geriye gittiğimizde Adem ve Havva’ya kadar uzanır konu. Onun da ötesine gittiğimizde karşımıza Tanrı çıkar.
Kimi eleştirirsek eleştirelim, hangi olayı yargılarsak yargılayalım, altında yatan büyük bir sistemi ve Tanrı’yı yargılarız.
Öte yandan, bu bakış açısı insanların yaptıklarını mazur göstermeye çalışmak değildir! Her bireyin davranışlarının sonuçları olacaktır. Bu bakış açısı, olanı olduğu gibi ‘iyi ve kötü’ demeden görüp, anlamasak bir olan olayları geçmişte bırakmayı, gerçekten gönülden affetmeyi ortaya çıkartacaktır…

Hayat ve Ötesi
Bağlı kaldığımız suçlu veya masum, insan veya Tanrı, hepsi ile yüzleşiriz. Bu, kolay mıdır? Hayır! Bunu ilk seferde yapamayız çoğu zaman… Belki de tamamen özgürleşmek için binlerce kez yapmamız gerekir. Ancak bir kez at gözlüklerimizi çıkardığımızda, önce canımız yansa bile, artık kalıcı ve derin bir anlayışa sahip oluruz. Her şeyin sadece bu dünyadaki yaşamla sınırlı olmadığını görürüz… Bizden çok daha büyük bir şeye güvenmeye başlar, hayatı sadece sevgi ile yaşamak için burada olduğumuzu hatırlarız.
Hepimizin ama hepimizin, Tanrı’nın çocukları olduğunu hatırlar, evrende her şeyin sevgi ile birbirine bağlı olduğunu hissederiz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder