22 Aralık 2013 Pazar

My Name is Khan

 
                  “Benim adım Han, ve ben bir terörist değilim.”
Zihnin en büyük korkusu ölüm korkusudur, yok olmaktan korkar. Bu sebeple de kendini bir şekilde ‘ben’ olarak tanımlamak ister. Ben olabilmesi için ‘başkası’ olmalıdır. Bu da ayrımı ortaya çıkartandır. Biz ve onlar olduğunda iş kolektif bir boyuta yükselir ve geniş bir kitleye yayılır ve artık kişiler, “onların” içindeki bireyleri de görmez olur. Ayrım her seviyede kendini gösterir.


Erkekler ve kadınlar, Müslümanlar ve Hristiyanlar, Sünniler ve Aleviler, Türkler ve diğerleri, Galatasaray ve Fenerliler, Okumuşlar ve Okumamışlar, Beyazlar ve Zenciler, Zenginler ve Fakirler, Çocuklar ve Büyükler vs...

Bu ayrımlar beraber gelen “etiketlemeler”, “varsayımlar”, “yargılar”, “beklentiler” öfkeye, nefrete ve kine dönüşerek bize korkunç bir illüzyon yaratır...


Film, kimin yaptığı bile çok şüpheli olan 9/11 olaylarından sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Müslümanları yaşadıklarını anlatan muazzam bir yapım. Komedi ve dramı bir arada sunan bu filmde, olayları etiketlemeden, yargılamadan tepki veren, asperger sendromlu Han’ın (Khan) hikayesini konu alıyor. Nefret ve kin yerine, sevgiyle kendini ifade etmek için yıllarını harcayan Khan herkese ilham olur...

“Resepyonist: Başkanla yemek $500 biliyor musun?
Han: İşte... işte $500.
Resepyonist: Hangi kilisedensin?
Han: Kilise?
Resepyonist: Bu sadece Hristiyanlar için bir etkinlik.
Han: Fakat... burada diyor ki, tüm gelir Afrika’ya bağışlanacak
Resepyonist: Sadece Hristiyanlar canım.
Han: Canım, canım parayı sakla. Afrika’da Hristiyan olmayanlar için...”


Mandira Khan:
“Sam... Benim Han sevgisi ve insanlığı ile –benim nefretle yaratamadığım- şeyleri yarattı. Benim öfkem bizi ayırdı. Fakat bugün onun sevgisi seni yeni bir umut olarak hatırlayacağımız şekilde bizi birleştirdi.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder