Hiç bir devrimin gerçek bir kazananı olmamıştır. İnsanlık
tarihi boyunca yaşanan sözde başarılar bir süre yerini başka çatışmalara
bırakmıştır. Her başkaldırı bir diğer tarafa yöneliktir. Doğası gereği
birbirinin aksi fikirde iki taraf olmak zorundadır. Bu toplumsal ikilik, tüm
zihinlerin kolektif olarak topluma yansımasıdır. Her iki tarafta kendini fazlasıyla
haklı görür. Elbette güçlü olan taraf bunu zalimce kullandığında insanın yüreği
parçalanır ve tepkiler doğar. Öte yandan hangi tarafta olursanız olun bu
kutuplaşmayı destekler. Niyetimiz ne kadar iyi olursa olsun, kutuplaşma artar
ve bir gün kırılma gerçekleşir. Hindistan'da veya Rusya'da olduğu gibi, Bir süre devam eden zafer sarhoşluğundan sonra yeni kutuplaşmalar başlar... Bu kaçınılmaz
gözüküyor...
Winter On Fire filmi
bir belgesel. Ukrayna’da gerçekleşen direnişini tüm detayları ile anlatıyor.
Sivil halk ile hükumet arasındaki fazlaca şiddet içeren bu olayları seyrederken
taraf olmamak mümkün değil gibi... Tüm o yaşanan acımasız ve haksız tavırlar
insanın yüreğini hareket geçirirken zafer alkışları ile zihnimizde oluşan
sevinci hissedebiliriz.
Oysa bu kalıcı bir çözüm müdür? Olsaydı yaklaşık 10,000
senedir ayrımlar, savaşlar, isyanlar ne getirdi? Ne götürdü? Ölümler, yaralılar
ve devam eden bir intikam... Yüzlerce yıl önce olan olayların nefretle
anılması. Sistemik çalışmaların öncüsü olan Bert
Hellinger’in kitabında çok ilginç bir örnek var... 28 Haziran 1389 yılında Kosova Meydan Savaşında Müslüman
Osmanlılar Sırp Prensi Lazar’ı
öldürür. Sırplar Lazar’ı aziz ilan eder. 28 Haziran 1914’de Avusturya veliahdı
Saraybosna’da Sırplar tarafında öldürülür. Osmanlılar ve Avusturya ittifak
halindedir... 28 Haziran 1989’da Milosevic başa gelir... Aziz Lazar’ın
kemikleri Kosova’da bir anıt mezara taşınır. Anıtta şöyle yazar: “Haziran 1389 – Haziran 1989, Müslümanlar’ın
Sırp’ları yönetmesine izin vermeyiz.” Bu kuşaklar ötesi bir hafızadır...
İnanılmaz ancak bir bahane ile ortaya çıkan ayrımlar
yüzyıllar boyunca süregelen nefreti ve şiddeti besliyor. İnsan zihnindeki
ayrımlar ve karşıtlıklar olmak durumunda, beyin bu şekilde öğreniyor ve
çalışıyor. Oysa ki asıl problem zihin ile kendini özdeşleştiren insanlarda...
Zihin sadece bedenimizi hayatta tutmaya çalışıyor... Bizler bedenin çok
ötesinde bir öz değil miyiz? Tarih boyunca geriye yeteri kadar gittiğimizde hepimiz
aynı anne ve babaya ulaşmaz mıyız? Daha da öteye gittiğimizde hepimiz aynı
Yaradan’ı bulmaz mıyız? Sistemik olarak da balsak, ruhani olarak da baksak hepimiz
aynı kaynaktan geliriz ve oraya döneriz. Sistemik olarak bakıldığında hiç bir şey kişisel değildir... Kabul etmesi çok zor olsa da, her birey daha büyük bir sistemin parçasıdır... Tüm bu şiddetten sadece birkaç kişi sorumlu değildir... Elbette yapılan hareketin sorumluluğunu alırız ancak olanı olduğu gibi görüp orada bırakmadıkça geçmişin kölesi olmaktan kurtulamayız...
Bu anlayış geliştiğinde, tüm özdeşleşmeler, tanımlamalar
bittiğinde, bellek tarafından yönetilmediğimizde sadece bizi birbirine bağlayan
bağ kalır; sevgi... Bu ruhsal bir klişe değildir... Her bir birey bu anlayışı
kazanırsa tüm toplum kolektif olarak değişmeye başlayacaktır... İşte o zaman gördüğümüz
kabusları beslemeyi bırakırız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder