27 Mayıs 2017 Cumartesi

İş Yerinde Huzur


İnsanlık tarım ağırlıklı hayatı bırakıp endüstriyel devrimle ortaya çıkan devasa firmalar için çalışmaya başladığından beri önemli bir önemli bir problem karşı karşıya... Rekabetin artması ile sıkıntı büyümeye devam ediyor:
Çalışanların çok büyük bir çoğunluğu iş yerinde mutsuz, tatminsiz ve stres altında...
Bu mutsuzluk ve stresin altındaki sebepler ne olabilir? Daha mutlu ve huzurlu bir çalışma hayatı için çalışan ve işverenlere – liderlere – düşen anlayış ve davranışlar neler olabilir?

Şirketler ve Kabileler
İnsan davranışlarını anlamak için evrim sürecini anlamak gerekiyor. Duygu ve düşüncelerimizin, alışkanlıklarımızın kaynağı olan beynimiz, yaklaşık 300,000 yıllık kıtlık ve tehlike dolu bir ortamın hakim olduğu bir dünyada yaşamak için yoğrulmuş bir yapıya sahip. Beynimizin en genç kısmı olan Neo Korteks bile yaklaşık bildiğimiz tarihten çok daha yaşlı... Güvensiz bir ortam da ise devreye giren kısımlar beynimizin daha yaşlı parçaları olan Limbik Sistem ve Sürüngen Beyin... Amaçları ise bedeni hayatta tutmak. Güvensiz bir iş ortamında devreye mantık veya sağduyudan ziyade duygularımız girmesinin sebebi tamamen biyolojiktir.

Öte yandan, bireysel olarak hayatta kalma şansı az olan ilkel insan, ancak kabile halinde yaşayarak hayatta kalmış. Bu sebeple, kolektif çalışma ve bir kabileye ait olmak olmak hayatta kalmak için en önemli iki faktör...
İlkel zamanların kabileleri, bugün kurumları ve ailelerini oluşturuyor.

Bugün için herhangi bir kurum, sadakat ve memnuniyet oranı yüksek bir takım oluşturmayı hedefliyorsa, kabile dinamiklerini bilmek zorunda. Kabileyi bir arada tutan ortak amaçları ve o kabile içindeki değerler... Amaç ve değerler ise kültürü oluşturuyor. Öncelikle hem şirketler hem de çalışanlar gerçek amaçlarına bakmalı... Ortak amaç, benzer değerler ile süslendiğinde enerjisi sınırsız bir takım çıkacaktır ortaya!

Güçlü bir kabile liderinin özellikleri de, ebeveyn özellikleri ile örtüşmelidir. Lider, yeri geldiğinde öğreten, gösteren, örnek olan bir kişi olurken, yeri geldiğinde yetki veren, alan açan, sadece destek olan ve en önemlisi – güven veren – birisi olmalıdır. Hiç bir ebeveyn işler biraz kötü gidiyor diye çocuklarını evden atmayı aklına getirmez. Sorunları beraberce çözmeye çalışır. Sonuç olarak, kendimizi güvende hissetmediğimiz bir ortamda nasıl rahat hareket eder ve verimli olabiliriz? Nasıl yapılması gerekenleri yapma, söylenmesi gerekenleri söyleme cesaretine sahip oluruz?

Lider sorunlarda gruptan ayrı ve farklı davranmadığında, şirket içerisindeki dere-beylikleri de oluşmayacaktır. Güven ortamı söyleyerek değil, yaparak ve olarak verilebilir... Bu bizim genlerimize kazınmış olan aidiyet ihtiyacımızı tatmin edecektir.

Başarı Tanımı
Kurumların ve hatta bizlerin başarı tanımını gözden geçirmemiz önemli bir adımdır. Başarı – sonuç ne olursa olsun – bir amaç değil, bir yan ürün olmalıdır. Güvenli bir ortamda, kendini ortak bir amaca adamış, takım ait hisseden bir takım mutlu, sadık ve memnundur. Böyle bir takımın başarısız olma şansı yoktur. Öte yandan benzer bir ilişki müşteriler ile de kurulmalıdır. Müşteriler de şirketin nedenini anlarsa, o ürün kullanırlar. Başarı sadece rakam ve unvan olursa, asıl yapılması gereken doğrular yerine kısa vadeli hedefleri tutturmak için her şeyi yapabilecek insan ordusu yaratırız...


Öte yandan, şirketler büyüdükçe birbirinden pek da bir farkı olmayan ürünler satmaya devam ettikçe, şirketin hayatta kalmasının tek kriteri satış rakamları ve mümkün olan en düşük maliyettir. Maliyetin içinde ise çalışanlar da vardır... Burada yapılan kısıntılar, mutsuzluğu, iş gücündeki verimi düşürür ve kurum bir kısır döngüye girer...

Diğer bir önemli konu ise, kurumların devasa hale gelmesidir. Çalışanların sayısı arttıkça soyutlama problemi ortaya çıkar. Stalin şöyle demiştir: “Bir kişinin ölüm trajedidir, milyonların ölümü ise istatistiktir.” Ufak bir mağazada yıllardır çalışan birini işten çıkarmak son derece zordur. Ancak sık sık kulağımızda gelen haberleri hatırlayalım: “X firması global küçülme kararı aldı; çalışanların %10’u işten çıkarılacak...” Bu haber bizi diğer hikaye kadar etkilemez... Çoğu zaman %10, binlerce insan ve onların aileleri demektir...

İdeal olan her bir birimin insan sayısını 100-150 civarında tutmaktır. Bu bir kabile için evrimsel olarak ortaya çıkmış, ideal aralıktır. Aynı zaman bu rakam gerçekten herkesin birbirini tanıyıp oluşturabileceği sosyal grup sayısı... Kurum bu rakamı aştığında ikinci bir kabilenin oluşacağını ve ayrı bir şekilde yönetilmesi gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır.

İş Hayatı ve Bireysel Sistemimiz
Bazen bakarız ve görürüz ki, hiç bir şirket veya müdürlerimiz, iş arkadaşlarımız yukarıda anlatılan gibi tanımlara uymuyor ve biz de sürekli iş değiştirmeye devam ediyoruz... Veya kendimizi çaresiz ve mecbur hissedip, hiç istemediğimizde bir işte çalışmaya devam ediyoruz. İş değiştirsek de, değiştirmesek de hep aynı kader bizi takip ediyor. Bu noktada içe dönüp bakmalıyız. Dış dünyamız iç dünyamızın bir yansıması... Bu durum hep özel hem de iş hayatımız için geçerli. Hepimiz dünyada geldiğimiz ailemiz ve onların atalarının oluşturduğu sisteme bağlıyızdır. Bilsek bilmesek de çocukluğumuzdan veya aile sistemimizden gelen dinamikleri iş ve özel hayatımızı etkiler. Psikolojik olarak anne ve babamızdan özgürleşememiş bir çocuk gibiysek, bize çocuk gibi davranacak kişileri hayatımıza çekiyor olabiliriz. Ailemizde kurtarılmaya muhtaç biri varsa, biz de hep birine yardım etmek istiyor ve hatta yardım ve hizmetin ağırlıklı olduğu işleri seçiyor olabiliriz...

Her ne kadar bu çalışmaları yapmak yüzeydeki hikayelerimizle vedalaşmamızı gerektirse de, iyi haber şudur: Tüm bu dinamikleri fark etmek, ve kalıcı bir anlayışla olanı kavramak, bizi bu etkilerden özgürleştirir.


Sonuç
İç dinamiklerimizi anladığımızda, gerçekten kim olduğumuzu hatırlamaya başlarız. İşte bu aşamada sevdiğimiz, enerjimizin hiç azalmadığı işleri yapma eğiliminde oluruz. Daha büyük bir sistemin bir parçası olarak, keyif aldıklarımız bireysel olmaktan çıkmaya başlar. Kendiliğindenliğin hakim olduğu bir kabilenin içerisinde bulabiliriz kendimizi... Hiç bir şeyi kişisel algılamayan ve varsayımları bırakan berrak bir zihin ile hayatın keyfini huzur içinde yaşamaya başlarız... Başarı ve diğer kriterler ise sadece bir mahsul haline gelir; asıl olan yolculuğun kendisidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder