“Sahip olduklarım için
sana şükürler olsun. Kendimi kimseyle karşılaştırmıyorum. Bana verdiklerinden
dolayı tatminkarım Tanrım...”
Dünyada insanların büyük bir çoğunluğu kendisi yaratan yüce
bir gücün varlığına inanıyor. Neredeyse bütün dinlerin ortak öğretilerinden
birisi de şükretmektir. Bazen sadece başımız sıkıştığında dua ederiz, iyi
zamanlarda unuturuz şükretmeyi... Bazen ağzımızdan şükür hiç eksilmezken, aynı
anda şikayet etmeye devam ederiz. Çoğu filozof fakirlerin daha fazla şükrettiğini
ve fazla bir şey sahip olmadıkları için daha mutlu olduklarını iddia ederler.
Belki de doğrudur... Ancak bir şekilde büyük ikramiye çıktığında zengin olan
böyle kişilerin hayatları bir anda değişir. Bu para ile yatırım yapma gereği
duyarlar, yeni bir iş, daha lüks tüketim ve belki de yeni bir eş veya
sevgili... Eninde sonunda ilk oldukları duruma göre daha mutsuzdur bu
kişiler... Bu durum da sanki filozofları destekler gibi gözüküyor. O halde
halimize şükredelim.
Öte yandan insan zihni çok sinsidir. Sahip olduklarına
şükretmek, gerçek anlamda bir minnet duygusu mudur? Yoksa daha fazlasını zaten
elde edemeyeceğini varsaydığı için, zihin mevcut duruma adapte olmakta mıdır?
Sahip olmak gerçek midir?
The Ticket filminin
kahramanı James kördür, güzel bir
karısı, ailesi, masa-başı bir işi, kendisi gibi kör olan bir dosttu vardır. Sık
sık yukarıdaki şekilde dua eden biridir. Bir gün piyano ona vurur ve görmeye
başlar... Bundan sonra onun hayatı değişmeye başlar. İşinde yeni fikirler
geliştirerek terfi alır ve hırslı bir şekilde hayat tarzını değiştirir. Eşini
terk edip iş yerindeki bir kadın ile ilişkisi başlar. En iyi arkadaşı ile arası
açılır...
Gözlerin açılması egonun uyanışı gibidir. Başta daha
fazlasını elde edemeyeceğini düşünerek kendini mutlu sayarken artık ego doymak
bilmez... Kabuğun içindeki ego, kabuğun dışındadır... Her iki uç da birbirinden
çok da farklı değildir. Yanılsamanın temel sahip
olma fikrinde yatmaktadır. Oysa gerçekten bir şeyin, bir kimsenin sahibi
olabilir miyiz? Bedenimiz bile bize geçici bir süre hizmet etmektedir. Sahip
olmak fikri beraberinde kaybetme
korkusunu getirir. Korkunun olduğu yerde ise sevgi var olamaz.
Davranışlarımız sevgi yerine korkudan beslenir. Dolayısıyla kıyaslama, kontrol
etme, kıskanma, yargılama ve arzuların peşinde koşma devreye girer...
Tüm bunlar bütünden kopuk
olduğumuzda gerçekleşir. Bütünün bir parçası olduğumuzu anladığımızda hiç
bir şeye sahip olmadığımız gibi sahip olmaya gerek olmadığını görürüz.
Kendimizi olduğumuz hali ile tanımlamalardan uzak bir şekilde tam ve bütün
hissedebiliriz.
Gerçek anlamda minnet duygusu, tüm korkulardan özgürleştiğimizde ortaya çıkar.
Mutlaka bakacağım çok ilgimi çekti :D
YanıtlaSil:)
SilSahip olduğumuzu sandığımız şeyler, bir süre sonra bize sahip olmaya başlarsa hayat ne çekilmez hal alır.james ozbenlugine ulasamamanin bedelini, nankörleriyle ödüyor.cunku minnet,hiç haketmediği halde,kendisine verilenleri,sunulmuş ve ikram edilmiş olduğunu idrak etmekle gerçek anlamını bulur..
YanıtlaSilDeğerlendirmeniz için teşekkürler.
Sil